içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

BARIŞ GÖZBEBEĞİMİZ.

Apsadgiıl Agueysıbjı Gazetesinden alıntılanarak 5 Nisan 2013 tarihinde Abhaz Haber portalında yayımlanan Vahtang Abhazou ait yazı Abhazya Gazimiz Ajund Şendoğan'ın vefatı ile daha bir anlam kazanmıştır. Bu güzel yazıyı hazırlayan Sayın Vahtang Abhazou'ya teşekkür ederim.

 

Abhaz Postası adına

Özen Atsanba

 

BARIŞ GÖZBEBEĞİMİZ

 

Abhazya’nın doğasını ve köy yaşantısını birebir görebileceğiniz bir cennet köşesi Çakallık köyü... Sakarya’ya bağlı Hendek ilçesinin bu şirin köyünde Avüanba’lar gibi Kazlataa’lar, Kapba’lar, Kuadzaa’lar, Nanba’lar, Xuçaa’lar ve Gıbniyaa’lar gibi bir çok sülale yaşıyor. Tüm Abhaz köylerinde olduğu gibi burada da ortak bir sosyal yaşam sözkonusu, iyi ve kötü günde tüm köylüler, hatta diğer köylerden yakınlar, hep bir aradalar. Atalarının binlerce yılın içinden süzerek günümüze kadar getirdikleri güzel adetler, yeni kuşaklar tarafında da korunuyor ve yaşatılıyor. Abhaz insanını sadece bu yönüyle bile başkalarından hemen ayırd etmek her zaman mümkün. Bu durumu kendileri de iyi bildiklerinden örf ve adetleriyle gurur duyarak yaşatmaya gayret ediyorlar.

 

Köy, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Abhazya’dan gelenlerce kurulmuş. Şendoğan’ın babası İbrahim’de bu köyde dünya’ya geldi ve delikanlılık çağına geldiğinde Mahmure Kuadzıpha ile evlendi. Bu evlilikten ise, abi Rıdvan, abla Reyhan, Şendoğan ve kardeş Feridun dünya’ya geldiler.

 

Kardeşlerin tamamı bugün kendi ailelerini kurdular ve mutlu bir şekilde yaşamaya çalışıyorlar. Bu gün aralarında sadece 1996 yılında 80 yaşında hayata gözlerini yuman baba İbrahim bulunmuyor.

 

Torununun oğlunu gören anne Mahmure ise 88 yaşında olup küçük oğlu Feridun’la birlikte yaşıyor. Bizim bu güzel aileden, ayrıntılı olarak bahsedeceğimiz kişi Şendoğan Avüanba... Küçük yaşlarda anadili Abhazca ile yoğrularak hayata ilk adımlarını atan ve ilk öğrenimini Çakallık köyünde başlayıp Hendek’te tamamlayan Şendoğan, daha sonra da Enstitüye devam etti. Küçük yaşlarda anadilini öğrenebilmiş olmasını çok önemseyen Şendoğan, “Eğer anadilin anlamını ve önemini bilmeseydik boşuna yaşamış olurduk ve manevi olarak da eksik kalırdık” diyor kendisiyle konuşurken...

 

Eğitimini tamamladıktan sonra Gebze Belediyesi’nde çalışmaya başladıysa da köyü ve toplumuyla bağlarını asla kesmedi. Sadece bu kadarıyla kalmıyor, diğer Abhaz köylerindeki her türlü etkinliğe de yetişmeye çabalıyordu. Çünkü o, sadece anadilini değil, halkına ait olan her şeyi seviyor ve sahipleniyordu. Giderek ulusal bilinci daha da güçlenen Şendoğan, anavatanı Abhazya’yı merak etmeye başladı ve anavatanını ziyaret edenleri nerede bulabilirse, onları uzun uzun dinleyip bilgi sahibi olmaya ve içindeki özlemi bu şekilde dindirmeye çalıştı. Bir gün; Abhazya’yı ziyaretten yeni dönen Özer Palba ve Abdülkadir Ardzınba ile karşılaşıp, onların Abhazya ile ilgili anlattıklarını dinleyince, artık yapması gereken bir tek şey olduğuna karar vermiştir, Abhazya’yı ziyaret etmek...

 

Çalıştığı yerde iki aylık izin hakkı bulunduğundan “20 gün Abhazya’da bulunur, 20 gün Antalya’ya tatile giderim, kalan 20 günü de Çakallık’ta geçiririm” diye düşünüp kararını uygulamaya geçirir ve derhal izine ayrılarak 1992 yılının temmuz ayında Abhazya’ya ayak basar. Anavatanda ve kardeşleriyle bir arada bulunmanın verdiği tarifsiz sevinci doyasıya yaşamaktadır artık... Cana yakın tavırlarıyla kısa sürede çok sayıda dost ve arkadaş edinmiştir.

 

“20 günlük tatilimin 18. günündeyken savaş başlayıverdi...

 

Sohum’da yaşayan Yura Kakaliya ile aramızda sıcak bir dostluk oluşmuştu, Yura’nın kızı Manana’ya ait olan mağazada oturduğumuz sırada telaşla içeri giren biri Rusça olarak bir şeyler söyledikten sonra Manana “Şendoğan kalk! Savaş başlamış!...” diyerek yerinden fırladı. O sırada tanıdıkları bir yunanlının da aracıyla geldiğini görünce “Sen komşularınla git, ben kendim gelirim” diyerek hemen şehir merkezine yöneldim. Yolda yürürken bir taraftan da ne yapmam gerektiğini düşünmekteydim. 41 yaşında kocaman bir adamdım, çocuk değildim... Bu yüzden, tereddütsüz bir şekilde “savaşacağım” diye içimden geçiriyordum. Eve uğrayıp hızla üzerimi değiştirdikten sonra “Aydgılara” binasına gittim ve aynı gün silah temin ederek Kırmızı Köprü’de yerimi aldım.” Gürcüler Sohum’u hile ile ele geçirdiklerinde Şendoğan henüz şehirde bulunmaktaydı. Bir ara, Yura Kakaliya’nın yardımıyla demiryolu üzerinden gizlice Yeşıra köprüsüne kadar ulaştılarsa da, karşıdan ateş edildiği için bir türlü kendi taraflarına geçemeyince, çaresiz geri döndüler. Ancak bir süre sonra binbir güçlükle Sohum limanından Rusları tahliye eden bir gemi gören Şendoğan kendini bu gemiye atarak Sohum’dan ayrıldı.

 

Bir süre sonra Türkiye’ye gelen Şendoğan burada daha fazla kalamayacağını anlayınca bu kez de Gebze’deki işyerine “Abhazya’ya savaşa gideceğim” diye bir istifa dilekçesi yazıp işinden ayrıldı.

 

O sıralar Türkiye’nin dört bir köşesinde miting ve toplantılar devam etmekteydi. O ise, Türkiye’ye ayak bastığının 13. günü tekrar Abhazya’nın yoluna düştü. Bu sırada Türkiye’den yola çıkan 33 kişilik ilk gönüllü grubu da Abhazya’ya ulaşmışlardı. Daha yaşlı, güngörmüş ve tecrübeli olması nedeniyle Türkiye’den gelenlerin oluşturduğu gruplardan birine kendisini komutan olarak seçmişlerdi. Bu arada savaş tüm şiddetiyle devam ediyor, işgalciler her geçen gün daha da güçleniyorlardı. Bu durumla birlikte her geçen gün diplomatik yollarla barışa ulaşma umutları da yok olmaktaydı. Şendoğan’ın grubu, biraz dinlendirildikten sonra savaş yöntemleri konusunda sıkı bir eğitime alındı. Ancak 3-4 Kasım 1992 tarihinde Şroma bölgesinde bir keşif saldırısına katılabildiler ve Türkiye’den gelen gönüllüler daha önceden planlandığı gibi bu saldırıda yerlerini aldılar.

 

Saldırı yapılan bölgede düşman kuvvetleri siperlerini çok güçlü bir şekilde tahkim ettiklerinden son derece çetin çarpışmalar olmaktaydı. Bir süre sonra kuvvetlerimiz geri çekilmek durumunda bile kaldılar. Bu saldırıda Türkiye’den gelen gönüllüler ilk şehitlerini de vermişlerdi. Efkan Tsıba yaşamını yitirmiş, Şendoğan Avüanba, Hicabi Agırba, Ersin Çkua ise yaralanmışlardı. Şendoğan, Ersin Çkua’dan yaralanan kafasını sarmasını istediğinde, Ersin’in öyle bir durumda bile “Neyi saracağım yahu, kafan zaten darmadağın olmuş” diye espri yapışını hala tebessümle hatırlıyor. Şendoğan bir süre Gudauta’da dinlendi, yaralı eli sargı içerisinde olduğundan rahat hareket edemiyordu. Ancak bir süre sonra Oçamçıra bölgesine denizden bir çıkarma yapılacağını duyunca hemen evine gidip elindeki alçıyı çıkararak, soluğu çıkarma gemisinin bulunduğu limanda aldı. Arkadaşları henüz tam olarak iyileşmediği için çıkarmaya katılmasını doğru bulmuyorlar, ancak onun kırılmasından endişe ettiklerinden kendisine söyleyemiyorlardı.

 

En sonunda aralarından biri buna cesaret ettiyse de Şendoğan kesinlikle kabul etmedi. “Sağ elim sağlam, silah tutabilirim, ayrıca mutlaka size bir yararım dokunur” diyor, geri adım atmıyordu. En sonunda, baktılar olmuyor; birlikte gemiye bindiler.

 

Çıkarma grubunun komutanı Lakut (Zawur) Zarandiya idi ve bu çıkarma, Oçamçıra bölgesine yapılan 2. çıkarma idi. 2 Temmuz günü, ağır çarpışmalar sonucunda Tamş köyü civarına başarılı bir çıkarma gerçekleştirdiler.

 

Doğu cephesinden döndükten sonra Şendoğan ve arkadaşları tekrar Gumısta cephesindeki yerlerini aldılar, bazen Yeşıra, bazen de Şıtskuara civarında bulunuyorlardı. Burada da omuzundan yaralandıysa da çabucak iyileşti ve tekrar Gumusta cephesine geri döndü. Artık savaşın sonuna yaklaşılmakta olduğu iyice belli olmaya başlamıştı, zira Abhaz kuvvetler savunmadan saldırıya geçmişler, işgalcilere ağır kayıplar verdirmeye başlamışlardı. Temmuz 1993 tarihinden itibaren Abhaz Silahlı Kuvvetleri Sohum’u çevreleyen tepelere büyük bir taaruz başlattılar. Başkentin ve hemen sonrasında ülkenin tamamının özgürlüğe kavuşabilmesi için bu tepelerin karış karış da olsa mutlaka ele geçirilmeleri gerekmekteydi...

 

Şendoğan’ın içerisinde bulunduğu grup da bu tearuzda görev almıştı. Ancak tepelerdeki mezarlıklar civarından ikinci bir saldırıya geçildiğinde tekrar yaralandı ve bu kez durumu ciddiydi. Vücudunun çeşitli yerlerine tam 11 şarapnel parçası isabet etmişti. Arkadaşlarının yardımıyla hemen hastaneye ulaştırıldı ve 11 ameliyat geçirdi. Aylarca yattığı hastanede Türkiye’den ve Londra’dan yakınları ellerinden geleni esirgemediler, ama ne yaptıysalar da parmaklarındaki aksaklığın bir türlü tedavi edemediler...

 

Şendoğan, Abhazya’nın zaferini hastanede karşılamak zorunda kaldı. 15-16 mart başta olmak üzere gerçekleşen tüm saldırılara katılmaya gayret ettiğinden, böylesi tarihi günlerde arkadaşlarının arasında bulunamadığı için buruk bir sevinç yaşamaktaydı. Ama önemli olan zafer’in elde edilmiş olmasıydı...

 

Artık başkent Sohum’daki resmi binalar başta olmak üzere ülkenin her köşesinde Abhaz bayrağı dalgalanmaktaydı ya, ona yeterdi...

 

Şendoğan, babası İbrahim 1996 yılında yaşamını yitirince, yalnız kalan annesi ile birlikte olmak için Türkiye’ye dönüş yaptı. Bir süre sonra annesi evlenmesi konusunda kendisine baskı yapmaya başlamıştı. Ama o, Türkiye’ye kesin olarak dönmediği için hep alttan almaya çalışıyordu.

 

2000 yılında Tkuarçal’daki kömür ocaklarında incelemeler yapmak üzere Abhazya’ya gelen Olcay Abağba ile tekrar anavatanına kavuştu. Şendoğan bu gelişinde, hiç aklında fikrinde olmamasına rağmen öğretmenlik yapan Nonna Çkotua-pha ile tanıştı ve bu tanışma her ikisini de mutlu bir evliliğe götürdü. Bir süre sonra Türkiye’ye gelerek düğününü yaptı ve bir yıl kadar sonra da Nart adında bir erkek evlat sabibi olmanın sevincini yaşadı. Süreç böyle devam ederken 2008 yılında Rusya Federasyonu’nun Abhazya’yı tanıma kararı ile tekrar sevince boğuldular. O dönemlerde Şendoğan Hendek Derneğinin başkanlığını yürütmekteydi. Hep birlikte dernekte toplanarak bu mutlu olayı kutladılar. Artık Abhazya’ya gidişin önünde hiç bir engel kalmadığı için Şendoğan ve çalışma arkadaşları Abhaz köylerini dolaşarak insanları bilgilendirme çalışmaları yapmaktaydılar. Aynı yıl, eşi ve oğlunu yaz tatili için Abhazya’ya gönderdi. Ancak dönüşlerinde hep beraber konuşup Abhazya’ya kesin olarak yerleşmeye karar verdiler. Hemen annesini küçük kardeş Feridun’a emanet ederek Abhazya’nın yolunu tutan Şendoğan, bu gün 62 yaşında olgun bir adam ve hepimiz gibi yaşamının son 20 yılını hep Abhazya ile iç içe geçirdi. Geride hayatının en dinç ve en genç dönemlerini bıraktıysa da daha nice yıllar Abhazya’nın güzelliklerini yaşamak istiyor. Ülkenin uluslararası tanınmışlığının pekişmesini, ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleşmesini ve Abhazlığın her yönüyle yaşanacağı güzel günleri görmek istiyor.

 

Bizler de ülkemizin ve halkımızın bu günlere ulaşmasında katkıları bulunan bu değerli insanın temennilerine gönülden katılıyor, hep birlikte Abhazya’nın aydınlık geleceği için dua ediyoruz.

 

Zafer’in 20.yılı kutlamalarına ramak kala Şendoğan yine halkının geleceğine kafa yoruyor ve bunca acı tecrübeyi yaşayarak günümüze kadar getirdikleri devletin daha da ilerilere götürülmesini diliyor.

 

“Savaş sırasında tüm dünya’yı şaşırtan bir kahramanlık örneği gösterdi halkımız. O gün nasıl zafere ulaştıysak, bu gün de zafere ulaşacağız. Bu amaçla büyük-küçük, hepimiz, kişisel çıkarlarımızı bir tarafa bırakıp tek yürek ve tek bilek olmalıyız!” diyor hiç yitirmediği heyecanıyla...

 

Şendoğan bugünlerde Sohum merkezinde bir kafe açtı. Adını ünlü yazar Yaşar Kemal’in “Yorgun savaşçı” adlı yapıtından esinlenerek “Yıkaraxaz Aybaşyü” koyacağını ifade ediyor. Çünkü artık savaştan yorulan bu cennet coğrafyanın barışa ihtiyacı olduğuna ve tüm güzelliklerin ancak barışla yaşanabileceğine inanıyor. Gözlerinin içi pırıldayarak “Herkesin geleceği aydınlık olsun!” diye dua ediyor, tüm insanlar için...

 

İçi dışı tertemiz, sevgi dolu olan her insan gibi...

 

Apsadgiıl Agueysıbjı Gazetesinden

V.Abhazou

 

 

Kaynak:http://www.abhazhaber.com/haber/95/baris-gozbebegimiz#.W5_UZPZuLIU

 

Bu yazı 5963 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI