içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

DİRMİT GULYA 145 Yaşında

 

 

DİRMİT GULYA 145 Yaşında

       (1874-1960)

“Anadil gününde, anadil için doğmuş bir kahraman”

 

Papapha Mahinur Tuna

İstanbul 21 Şubat 2019

 

 

Abhaz dili ve edebiyatının babası Dirmit Gulya yaşasaydı 21 Şubat 2019 günü  145 yaşında olacaktı. O da bir sürgün çocuğu idi, 4 yaşında iken 1877-78 harbi sonucu Trabzon kıyılarına vurmuş, son derece perişan bir yıl geçirmiş, iki kardeşini kaybetmiş, babası binbir çile ile geri dönmeyi başarmış ve anayurda kavuşan Gulya, halkının kurtarıcısı olmuştur. Abhaz dilini çağdaş anlamda yazı dili haline getirmiş, ilk alfabesini yapmış, okullarını açmış, ders kitaplarını yazmış, tüm ömrünü Abhaz dili ve edebiyatı, tarihi, sanatı, tiyatrosu, folkloru, müziği, sosyal yaşamı, gelenek ve görenekleri, özetle; halkının her türlü kültürel yaşamı için harcamıştır.

  Benim Gulya ile tanışmam üniversite yıllarına rastlar.  1967-68, Çapa Yüksek öğretmen okulu, dolayısiyle Edebiyat Fakültesi yıllarımda hafta sonları evci gittiğim annemin akrabası olan Edip (Adem) dayım vardı. Dayım Abhaz Derneğinin ilk üyelerindendi ve derneğin kuruluşunda emeği geçen biriydi. Beni Abhazca okuyup yazan iki gençle tanıştırdı. Kopsirgen Orhan Baran ve Abgınba Erdeşan Kobaş, “Abhazca okuyup yazmayı önce sen öğren, sonra bana öğret” dedi. O oldu, Abhazca okuma yazmayı öğrenip de Gulya’yı tanımamak mümkün mü.

O yıllarda dernek kurmak, bir dernek binası almak ve asimilasyona karşı durmak pek kolay işler değildi. Ayrıca, açık söylemek gerekirse bir grup Abhaz, geçmişten gelen bazı korku ve endişelerle Abhazca okuma-yazma ve Abhazya ile iletişim içerisinde olmaya sıcak bakmıyorlardı. Bir grup genç ise bu konuda daha korkusuz ve heyecanlıydı, ben de bu grubun içindeydim. Bizler Abhazya’ya karşı duyduğumuz sevgi ve ilgiyi dizginleyemiyorduk. Bazılarını ürküten hayli hararetli ve hevesli çabalar içindeydik. Asimilasyona direnmenin ilk koşulu anadili kaybetmemek, onu yaşatmak, ana dilde ürünler derlemek, anadilde yazılmış olan eserleri Türkçeye çevirmek gibi işler yapmaya başladık. Bu işleri yaparken bazı büyüklerimiz bize karşı temkinli davrandı, bazı büyüklerimiz de bize yürekten destek verdi. Destek verenlerin başında Beygua Ömer Büyüka, Aşamba Orhan Çakar, Ajiyba Hakkı Özdemir ve Arayütaa Ethem Arutan gibi isimler vardı.

Bizler 70’li yılların başından itibaren Abhazca okuma yazma öğrenmiş ve yakın çevremize de öğretmiştik. Abhazya ile vızır vızır mektuplaşıyorduk. İlk mektup arkadaşlarımızdan biri de Abhazya’nın ilk Türkiye Temsilcisi Ayüzba Vladimir (Vova) idi.  Bu yazışmalar sırasında bize bol miktarda kitap, dergi, kart ve fotoğraf gibi kaynaklar gönderiyorlardı. Artık Abhaz dili ve edebiyatını biliyor, Abhazya’nın sorunlarını anlıyorduk. Sürgünden sonra Abhazya’ya ilk gidip gelen Ajiyba Hakkı amcamızın anlattıkları da bizim Abhazya sevgimizi ve özlemimizi arttırıyordu.

Özellikle ben bir an önce Abhazya’ya gitmek, oraları gezip görmek istiyordum. O günlerde böyle bir gezi maddi ve manevi bakımdan pek kolay görünmüyordu. 1972 yılında yaptığım gezi girişimi başarısız olmuştu. Neyse sonunda 1973 yılının Temmuz ayında eşim Rahmi Tuna ile birlikte Abhazya’da idim.

Nedendir bilmiyorum, benim Gulya’ya karşı özel bir sevgi ve sempatim vardı. Gulya bana Ömer Amca, Hakkı amca gibi yakından tanığım, kucaklayıp öptüğüm, sık sık konuştuğum biriydi sanki. Onun hakkında okuduğum kitapların, gördüğüm fotoğrafların ve dinlediğim ses kayıtlarının etkisi olmalı ki o babacan, sevecen, bilgi dolu insanı görmüş gibiydim.

Abhazya’ya giderken Ömer Amca bir şiirini vermişti. Bu şiiri Gulya’nın mezarı başında okumamı istedi. Gittiğimin ertesi gün Abhazyalı bir grup arkadaşla bir demet kırmızı karanfil alıp Gulya’nın büstünü ziyaret ettik. Şiiri okudum, fotoğraf da çektirdik. Oradan da Gulya’nın müze haline getirilen evine gittik. Ömer amcanın elle yazdığı “Gulya Dırmit Yışanacı-Dırmit Gulya’nın Anıtında” başlığını taşıyan şiirini  orada da okuyup  müzeye hediye ettik. Müze yetkilileri bizim gideceğimizi öğrenince önceden harika bir ikram masası hazırlamışlar ve bir çok aydını da haberdar etmişlerdi. O gün biz de Gulya’nın sağlığında ağırladığı Bütba Mustafa ve Cincal İbrahim gibi içtenlikle karşılandık ve bilgi dolu çok mutlu anlar geçirdik.

Gulya’nın yaşamını geçirdiği bu sevimli ev müze haline getirilmiş olmasına karşın son derece şık ve zarif bir aydın evini anımsatıyordu. Evin özel dekoru bozulmamıştı, çalışma odası sıcacık renkleri ve özenle seçilmiş objeleriyle çok sevimliydi. Gulya’nın ince bir kent kültürüyle yaşadığı anlaşılıyordu ama bütün uğraşısı özgün Abhaz kültürü üzerineydi.

Abhazya gezisi beni hem bilgilendirmiş hem de bilinçlendirmişti. Karşılaştığım her aydın Abhaz kültürünün diasporada nasıl yaşandığını merak ediyordu. Özellikle sözlü edebiyatın, folklorun derlenmesi için benden ricada bulunuyorlardı. Bu da bana büyük sorumluluklar yüklüyordu.

Döner dönmez ne yapabiliriz üzerine kafa yormaya başladım. Abhaz alfabesiyle okuma yazma öğrenen arkadaşlarımla birlikte folklorik derlemeler, araştırmalar ve çeviriler yapmak üzere “Abhazoloji Araştırmaları Merkezi” adıyla tüm dökümanlarımızı bir araya getirerek bir arkadaşımızın evinde bir kütüphane oluşturduk. Ardından plan yaparak çalışmalara başladık. Özellikle Kopsirgen Orhan, ben, Abgınba Ardeşen, kızkardeşi Abgın-pha Simber, Axba Esat, Yaşba Bülent, Axba Erhan, benim kardeşim Papba Beybulat ve daha pek çok kişi çeviri ve derlemeler yapıyor, daha çok insana anadilde okuyup yazma öğretiyorduk. Bir kişi en az on kişiye öğretecekti. Ben o zaman 70 yaşındaki babama bile öğretmiştim.

 1973 yılının sonlarına doğru oluşturduğumuz bu grup özellikle çeviri alanında ürünler vermeye başlamış, bu ürünler o günkü tek Kafkas dergisinde yavaş yavaş yayınlanıyordu.  Ohan ve Erdeşan ile birlikte çevirdiğimiz atasözleri . Simber ve Beybulatın ayrı ayrı çevirdiği öyküler dergide yayınlanmaya başlamıştı. Dırmit Gulya’nın biyografisi ile ilgili bir kitabın yarısını Simber, diğer yarısını ben çevirmiştim. O zaman Ankara’da çıkan bu dergiye tefrika halinde yayınlanması için göndermiştik ama yazımız yayınlanmadığı gibi metnimiz de geri gelmedi. Daha sonra bizim çevirimizin bazı bölümlerinin isimsiz olarak yayınlandığını gördük. Bu da emek verenler olarak bizi üzdü.

Ertesi yıl, yani 1974 yılında “D. Gulya’nın 100. Yıl Etkinlikleri” vardı. Abhazya’dan Ayüzba Vova bize bir mektup yazmış, Türkiye’de de bir anma yapılmasını ve onun hakkında birşey bilenlerin yazmasını rica etmişti. Biz de aynı arkadaş grubu ile o zaman bir mekan sahibi olmayan Abhaz Derneği’nin yetkililerine gittik ve durumu anlattık. Fakat, bu anma etkinliği de sıcak karşılanmadı. Aşamba Orhan abimiz olmak bizi destekledi. O zaman Moda Burnu’nda bulunan Golden Oteli’nin rufu ayarlanarak bir anma yapıldı, katılım çok azdı. Aşamba Orhan abimiz taa Sakarya’dan canla başla gelmesine karşın İstanbul’daki hemşehriler gelmedi. Orhan abi “bu işler mevlit gibidir, kaç kişinin geldiğine bakılmksızın okunmalıdır” dedi. Okuduk ama dinleyen az olunca üzüldük. Ben daha sonra bu konuyu Ömer amcaya açınca. “Hiç şaşırmadım, bana sorsaydınız bunun böyle olacağını size söylerdim” dedi. Ne de olsa büyük tecrübe, toplumu tanıyor. Neyse, yine de biz bir şey yapmanın huzuru içinde, yaptıklarımızı anlatan bir mektup yazıp Ayüzba Vova’ya gönderdik. Vova da  Gulya’nın 100. Yılı dolayısiyle basılmış bir duvar takviminin arkasına bir mektup yazarak bize gönderdi. Memnuniyetinden söz etti.

O anma gününden 22 yıl sonra tekrar bir anma daha yapıldı. Tesadüfen Abhaz Opera sanatçısı Hibla Gerzmava da o gece dernekteydi. Yine kalabalık değildi. O günün anısına Gulya hakkında “Dirmit Gulya - ya da “Bir Halkın Yeniden Dirilişi”  adlı bir kitapcık hazırladım, Hakan Kap adında iyi Abhazca bilen bir gencin adını da kitaba yazdım, belki ilerde çeviriler yapması için özendirici olur sandım ama bir daha onu hiç görmedim. Bu kitapta Türkiye’den Abhazya’ya giden ve Gulya ile ilk görüşen Bütba Mustafa ve ondan sonra giden Cincal İbrahim hakkında bilgiler var.

1920 yılında Abhazya’ya  giden Bütba Mustafa’nın  Gulya’nın evinde konuk olduğunu, Gulya’nın “Türkiyeli Konuk” başlıklı yazısından anlıyoruz. Burada ayrıntılı bilgiler var. Cincal İbrahim benim komşumdu, çok yaşlıydı ve Abhazya’ya gitmişti ama az konuşan biri olduğu için çok bilgi alamasam da onun Gulya’nın evinde konuk olduğunu öğrenmiş oldum. İbrahim amcanın dediğine göre, Gulya onu evine davet etmiş, çok sıcak karşılamış, defalarca kucaklamış. Hanımı ise nefis yemekler yapmış, Gulya’nın hanımı için “yemekleri gibi dili de tatlıydı, beni çok güzel ağırladı” diyen  İbrahim amca, Gulya’nın kendisini Bütba Mustafa’nın oturduğu sandelyeye otrttuğunu ve uzun uzun konuştuklarını söyledi. Cincal İbrahim Abhazya’da iken Nestor Lakoba başta imiş, Simon Basarya ve Samson Çanba ile de görüşmüş. Sohum caddelerinde Gulya ile sık sık karşılaştıklarını söyleyen Cincal İbrahim amca; “Ne zaman görsem, koltuğunun altı kitap doluydu, hep telaşlıydı, durmadan bir işten öbürüne koşuyordu, ayaküstü konuşacak kadar bile zamanı yoktu” demişti.

En çok merak ettiğim Ömer amca ile Gulya ilişkisiydi. Hakkında  o kadar güzel şiir yazan  Ömer Amca’ya Gulya’yı sordum. Kendisini görmese de kitaplarıyla nasıl tanışmıştı merak ediyordum. Sorularımı şöyle yanıtladı : “Sanırım 1924-26 yıllarıydı. İlk kez Maan Rauf bey bana Gulya’nın Hocan Duw şiirini okudu, çok beğenerek dinledim. 1924-26 yılları arasında Abhazya’ya gidip gelen Madenci İzzet Bey diye biri vardı. İzzet Bey armatördü ve gemileri vardı. Abhazya’ya gidip geldikçe Abhazca kitaplar getiriyordu. Ben de ondan ödünç alıp okuyordum. Bunların arasında Gulya’nın kitapları da vardı.”

Daha sonra Maan Rauf Bey veya Maan Mithat Bey olabilir, tam olarak hatırlamıyorum, galiba 1934 veya 35 yılıydı, onlardan öğrendiğim şu iki dizenin Gulya’ya ait olduğunu sanıyorum. Sıfüak leytsastseyt. Axı laxastseyt ” diye ekledi.

Gerçekten Ömer amca’nın  bu mealde bir şiiri var. Etkilenmiş olabilir.

Gulya diasporada ne yazık ki hakkıyla tanınmıyor. İlk defa 1970 yılında Kafkasya dergisinde “Gerige” imzalı biri Kabardeyceden çeviri yapmış ve yayınlanmış. Daha sonra 1973 yılında benim Abhazyaya götürdüğüm Ömer Büyükanın “Gulya’nın anıtı başında” adlı şiiri ve Simberle birlikte çevirdiğimiz Gulya’nın oğlu Gerg Gulya’nın babası hakkında yazdığı biyografi kitabı var. Bu kitabın çevirisi hakkıyla yayınlanamadan elimizden gitmiş oldu. Daha sonra Gulya’nın biyografisi ve bazı öyküleri ve şiirleri çevrildiyse de Gulya’yı hakkıyla tanıtacak bir eserin yayınlanamadığı üzücü bir gerçek.

Abhazya 1992 yılında  işgale uğrayınca, Gulya’nın müze evi ve heykeli saldırıdan hasar gördü. Savaştan on ay sonra Abhazya’ya gittiğimde ilk işim heykelini ziyaret etmek oldu. Müze kapalıydı. Heykelin ağzı burnu kırılmıştı. Buna rağmen Gulya tüm sevimliliği ve onuruyla tatlı tatlı gülümsüyor ve sanki “Üzülme, bu da geçer, biz yine sapa sağlam ayakta dururuz” der gibiydi. Gerçekten öyle de oldu. Gulya’nın yeni heykeli eskisinin yerine dikildi. 

Gulya ülkesine sağlam tohumlar ekmişti. Bir taraf kurusa öbür taraf yeşerirdi.

Gulya gibi kültür kahramanları ölmez, halkının gönlünde her yeni gün yeniden doğar. Umarım Türkiye gibi tüm diasporalarda anadili, gelenek ve kültürü diriltecek  Gulyalar yetişir ve bu güzel dil ve kültür sonsuza erişir.

                                 

       Bütba Mustafa                                                             Cincal İbrahim

 

                                                        

        Abhazya 1973,  Rahmi Tuna ile birlikte Gulya’nın heykeli önünde

  

1973 Abhazya Gulya heykeli önünde: Soldan sağa, Rahmi Tuna, Axba İgor (Abhazya’nın bu günkü  Rusya Temsilcisi). Yakup Lakoba (Abhazya Ulusal Parti Başkanı).  Bıjnaw Rauf (Aydgılara Başkanı idi rahmetli oldu), Ruslan Gojba  (Gulya Enstitüsü’nün uzmanlarından,tarihçi yazar) ve ben.

      Makalede sözünü ettiğim kitap.

Vladimir Ayüzba’nın gönderdiği mektup ve takvim.

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı 7705 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI