içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Abhazya'nın Devletleşme Sürecinde Diasporanın rolü!

Abhazya'nın Devletleşme Sürecinde Diasporanın rolü!

 

Papapha Mahinur Tuna

 

“Tarih,  ancak tarih bilinci olmayan toplumlarda tekerrür eder”

 

 

Kafkasya’da yaşayan halkların genel tarihine baktığımızda, siyasi anlamda devlet niteliği taşıyan oluşumlara en çok Abhazya’da rastlamaktayız. 

 

Abhazya’nın devletleşme sürecine bakarken, çok eskiye girmeden, yakın tarihine kısaca değinecek olursak, üç önemli kırılma noktası görürüz.

 

            Kafkas-Rus Savaşları sırasında ilk defa siyasi içerikli olarak 1838’de Şapsığ Bölgesinde hemen tüm Kafkas halklarının temsilcilerinin katılımıyla kurulmuş olan “Yeminli Milli Meclis” te Abhazya’yı Rustem Pi adında bir delege temsil etmiştir.

 

2 Daha sonra 1918’de Andi’de yapılan ve bütün Kafkas halklarının temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen kongrede de Abhazya temsil edilmiştir. 

 

Ne var ki Kuzey Kafkasya ile Abhazya’nın bütünleşme hareketi çok başarılı olamamıştır. Bunu coğrafi durum, Abhazların bir kısmının Hristiyan oluşu ve 1810’da Rusya’ya katılması gibi faktörler etkilemiştir. 1861’de Çar’la yapılan görüşmede Ubıh, Şapsığ ve Abhaz temsilcileri katılmış ve bütünsel bir devletin topraklarının belirlenmesi, bu topraklardan Rusya’nın çekilmesi ve de burada bağımsız bir devletin kurulması gündeme getirilmiştir, fakat teklif red edilmiştir. Daha önce; böyle teklifler olmuşsa da Rusya Kafkasya’nın bağımsız bir devlet olmasını ve Kafkasya topraklarının Rus egemenliği dışına çıkarılmasını kabul etmemiştir. Bu görüşmelerde batılı devletlerin Kafkasya’ya yardım vaatlerinin etkili olduğunu, fakat bu vaatlerin hiç bir zaman gerçekleşmediğini söyleyebiliriz.

 

Öte yandan Osmanlı’nın da tutumu bundan farklı değildir. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmeti’in İstanbul’u almasıyla Abhazya kıyılarına çıkan Osmanlılar. O tarihten itibaren giderek buralarda kendilerini hissettirmeye başladılar. Özellikle dini yaymak, doğal zenginliklerden yararlanmak, hele de köle ticareti yapmak için fırsatlar yakaladılar. Bu ilişkiler bazan savaşlara, bazen ticarete, bazen de evlilik ve hediye alış verişine dönüştü.

 

Abhaz hükümdarı Çaçba Keleş Bey zamanında bu durum daha bir görünür oldu. Keleş Bey güçlü bir liderdi ve ülkesini bağımsız kılmak, kendi ayakları üstünde durmasını sağlamak ve kimseye hesap vermemek istiyordu. Osmanlıdan umduğu desteği göremediği gibi, Tayyar Paşa olayında da ters düştü. 1801 yılında Gürcistan’ın gönüllü olarak Rusya’ya bağlanmasından sonra değişen dengeleri dikkate alan Keleş Bey durumu değerlendirmek istedi.

 

Fakat öyle görünüyor ki Osmanlı ile Keleş Bey’in arası iyi gitmiyordu. Osmanlı kaynaklarına göre Keleş Bey asi bir devlet adamıydı. Dr. Mustafa Aydın; “Abazaların Osmanlı devletine karşı olan tavırları 1805’deki Müşir Keleş Ahmet Paşa ihanetiyle başlamaz. Abazalar daha 1770’te Osmanlı Rus Savaşı esnasında kralları olan Levan Şirvaşidze vasıtasıyla Rus himayesini istemiş fakat bu, Rus Hükümeti’nin Abhazya’nın tamamını Rusya’ya katmak istemesinden ötürü gerçekleşmemiştir” demekte, daha sonra Keleş Beyin 1803’te Rusya’ya bağlanma isteğini bir ihanet olarak nitelemektedir.

 

Tayyar Paşa olaylarıyla ilişkilendirilen Keleş Bey ihaneti üzerine, 6 Ağustos 1806’da Osmanlıların Abhazya kıyılarına bir filo gönderdiği, bunun üzerine Keleş Beyin 25.000 askeri kıyıya diktiği, bunu gören Osmanlıların geri çekildiği hususunda yazılı kaynaklar var. O dönemin tarihsel olaylarına, taht kavgalarına baktığımız zaman diasporanın Abhazya’nın devletleşme sürecine olumsuz etkilerinin bu tarihten itibaren başladığını söyleyebiliriz. O zamanki kurallar gereği Osmanlıya bağlı olan yöneticilerin oğulları rehin olarak Osmanlı sarayına yakın bulunuyorlar ve Osmanlının çıkarları için yetiştiriliyorlardı. Aslan Bey olayı bu bakımdan incelenmeye değer. Bazı kaynaklarda baba katili olarak gösterilen Aslan Bey’in halk arasında sevilen bir kahraman olarak gösterildiği de söylenmektedir. Osmanlı kaynaklarında Keleş Beyin ölümünde Zapşiaaların ve Rusları istemeyen büyük oğlu Aslan Bey’in rol oynadığı belirtilmektedir. Baba katili olmasa bile Aslan Bey’in babası Keleş Beyin ölümünün hemen ardından kardeşi Seferbey ile bir taht kavgasına giriştiği açıktır. Osmanlılardan yardım istiyor, istediği yardım gelmiyor ve Sohum kalesini kaybediyor. ( Gerçi son zamanlarda yeni bulunan bir Osmanlı belgesi Keleşbey’in oğlu tarafından öldürüldüğü tezini çürütüyor. Bu belge Keleşbey’in bir savaş sırasında şehit düştüğünü yazıyor. Bu gerçek ise, Keleşbey’in oğullarını zan altında kalmaktan kurtarmış oluyor ama Osmanlı politikalarında her hangi bir değişiklik olduğunu göstermiyor).

 

Abhazya’da bu gün bile Abhaz tarihinin dört büyük liderinden söz ederken “Lewan, Keleşbey, Lakoba ve Arzınba” sıralaması yapılır. Gerçekten basiretli bir lider olan Keleş Bey tahtında kalmış olsaydı belki Abhazya’nın nüfusu ve sınırları bu denli kayıp vermemiş olurdu. Bu anlamda Abhazya’nın devletleşme sürecinde henüz bir diasporadan söz edilmese bile,  vatandan uzakta bir evlâdın, Aslan Bey’in sürece engel olan ilk kişi olduğu izlenimi uyanıyor. O bakımdan bu olayın ilk kırılma noktası olduğunu söyleyebiliriz.

 

Daha sonra 1877-78’de Padişah’ın, 1867’de anayurdundan sürülen Abhazlardan yararlanarak Maan Özbek ve Maan Kamlat komutasında 18 gemi ve 30.000 askerle Abhazya kıyılarına çıkarma yapması, Abhaz halkının ve devletinin başına gelen en büyük felaketlerden biridir.  Kardeş kardeşi vurmuş, sürgün körüklenmiş, Abhazya tamamen boşaltılmıştır. Halk arasında bu iki şahsa duyulan nefret folklorik ürünlere bile yansımıştır.   Şahsen, böyle bir olayın altında başlangıçta mutlaka iyi şeylerin düşünülmüş olabileceği ihtimalini göz ardı etmek istemiyorum. Çünkü 18 gemideki askerlerin önemli bir kısmı daha önce Abhazya’dan sürülen Abhazlar olup acaba anayurdu kurtarabilir miyiz,  ya da bir kez daha cennet vatanımızı görebilir miyiz umudunda olan insanlardı.  Diasporanın anayurda karşı ikinci ve en olumsuz kırılma noktası olan bu trajik olayın mutlaka yeniden ele alınması gerekir. Tıpkı Aslan Bey olayında çıkan yeni belgelerin onun baba katili olmadığını açıkladığı gibi belki bu dönemde sadece Maan Kamlat’ın suçu olmadığını gösterecek belgeler de çıkabilir.

 

Bu olaylardan sonra diaspara ve anayurt arasında bir süre kopukluk yaşandığı görülüyor, bir takım ilişkiler olmuşsa da ayrıntılarını bilmiyoruz.

 

Ancak, 17 Ekim Devrimi ve ondan önceki hareketlilik Abhazya ve diaspora arasında yeniden bir iletişim sağladı.

 

O sıralar diasporada da bir hareketlilik vardı. Bilindiği üzere Enver Paşa ile yakın dostluğu olan Abgınba Süleyman 1914 yılı sonunda gönüllü olarak gizlice Abhazya’ya gidiyor ve milliyetçi Abhaz önderler başta Aleksandr Çaçba, Amarşan Daruk-ypa Tataş, Çüic Takuy, Stefan Kapba, Nestor Lakoba gibi liderlerle direnişi, özgürlük için milis güçlerini örgütlüyor. Ayrıca, Abhazların aleyhine dönüşen demografik yapının iyileştirilmesini ve diasporanın ana vatana geri dönüşünü de planlanıyorlardı.

 

Menşevik Gürcülerin Abhazya’daki bolşevikleri bahane ederek 05.05.1918 tarihinde Abhazya’yı işgal etmesi üzerine Abgınba Süleyman 27-28 Haziran tarihinde üç çıkarma gemisi ile tamamı gönüllü 2500 kişilik Türkiyeli Abhaz milisi Gagra, Sohum ve Oçamçıra limanlarına çıkarmak üzere denize çıkıyor. Karadeniz’de çıkan şiddetli fırtına yüzünden Gagra ve Sohum’a giden gemiler geri dönüyor.  Sadece Oçamçıra da başarılı bir çıkarma yapılıyor.  Üç dört ay süren çatışmalardan sonra Panöy dağında Gürcistan güçlerini yararak geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Bir Abhaz’ın ihaneti yüzünden amaca ulaşılamadığını söyleyenler de var. 

 

Gürcüler katliama girişiyor, Abhaz köylerini yakıp yıkıyorlar. Görüldüğü üzere bu diaspora çıkarması da başarısız oluyor. Böylece üçüncü kırılma noktası gerçekleşmiş oluyor. Fakat kardeşler arası iletişim kopmuyor.

 

Lenin ve Stalin’in yakın yoldaşları olan Efreim Eşba ve Nestor Lakoba Bağımsız Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurma çabalarına girişiyor.

 

Lenin, Efreim Eşba başkanlığında, Abhazların çoğunlukta olduğu ve aralarında Nestor Lakoba’nın da bulunduğu resmi bir heyeti Aralık 1920’de Ankara Hükumeti’ne gönderiyor. O dönemde, Başbakan Abhaz kökenli Rauf Orbay, Dışişleri Bakanı Asetin kökenli Bekir Sami Kunduk’tur. Bu ziyaret Sovyetler Birliği’nin Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Anadolu ihtilaline siyasi-askeri desteğin kapısını açıyor.

 

Heyet diasporada büyük bir coşku ile karşılanıyor. Abgınba Süleyman Bey Ankara’da heyetle buluşuyor. Gelen heyet İsmet İnönü’ye bir kalpak hediye ediyor. Süleyman Bey de bir kılıç. Heyet Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay ve Bekir Sami ile sıcak görüşmeler yapıyor, Nestor Lakoba bu tanışmadan ötürü, daha sonra doğan oğluna Rauf adını koyuyor.

 

Nestor Lakoba ve Maksim Gabaçiye dışındaki heyet resmi temaslardan sonra geri dönüyorlar. Nestor Lakoba ve arkadaşı M. Gabaçiye 1920 Aralık ayı ortalarından 1921 Şubat ayı sonuna kadar 2.5 ay Melen havzasındaki Kobaşlar köyünde Abganba Süleyman’ın evinde kalıyorlar.

 

Abhaz diasporasında büyük heyecan uyandıran bu gelişin amacı Abhaz diasporasının geriye dönüşüdür. Ne yazık ki bu dönüş de mümkün olamıyor. Burada kurtuluş savaşı başlıyor, orada da Sovyet yönetimi nedeniyle aramıza demir perde geriliyor.

 

Bu dönemde önemli bir gelişme daha oluyor. 11 Mayıs 1918 Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında gerek Rauf Orbay’la gizli veya açık olarak görüşen heyette ve gerekse Enver Paşa’yla birlikte Batum’dan İstanbul’a gelip Osmanlı idaresiyle görüşmek suretiyle yardım talebinde bulunan heyette Simon Basaria, Marşan Tataş, Aleksi Şirvaşidze gibi Abhaz delegeler de bulunmuştur. Hatta bu delegelerin ve genel anlamda Kafkasya’da kurulmakta olan Cumhuriyetin temsilcilerinin talebi üzerine Osmanlı devleti özellikle İttihat ve Terakkinin doğu politikasına verdiği önem dikkate alınarak “Kafkas İslam Ordusu”nun kurulması ve Kafkasya’ya gönderilmesi olayı da gerçekleşmiştir. 

 

Marşan Tataş

 

Birinci dönem Kafkasya harekâtı Mondoros mütarekesiyle başarısız sonuçlanıp askeri birlikler Kafkasya topraklarını tamamen terk edince, özellikle Sivas’ta Ebubekir Piliev’le yaptığı görüşmenin sonucunda Atatürk’ün de istediği üzerine tekrar Kafkasya’ya heyet gönderilmiştir. Bu heyetin içinde diğer delegelerin yanında Abhaz kökenli Mustafa Butba, Aziz Meker ve İsmail Berkok da yer almıştır. Bu tarihlerde Kafkas savaşlarına katılmış olan Çerkes veya Abhaz kökenli Yusuf Ercan’ın hatıralarına göre Abhazya’da elden çıkan toprakları kurtaracak bir siyasal hareketin oluşturulmasına yardımcı olmak üzere“Sohum Müfrezesi” adıyla iki defa Abhazya topraklarına birlik gitmiştir. Ancak bu birlik de istenen sonucu sağlayamamıştır. Hatta Birlik içinde giden birçok subayın tutuklanarak aylarca hapis yatması sonucunu doğurmuştur. Yusuf Ercan’ın sözünü ettiği “Sohum Müfrezesi” konusunda henüz yeterli bilgi ve belge edinemediğim için, bu olay Abgınba Süleyman çıkartması ile aynı mı değil mi emin değilim. O yüzden dördüncü bir kırılmadan söz edemiyorum. Sadece bilgi olarak buraya ekliyorum.

                                                           *

Bütün bu olumsuzluklar yaşanırken Abhazya’nın kaderini hem siyasal anlamda hem etnik olarak tayin eden en önemli faktörlerden birisi bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’ın ve Ermenistan’ın hareketleri ve tavırları olmuştur. Her iki devlet de dayandıkları güçlerden aldıkları yardımlarla Abhazya halkı üzerinde ciddi baskı kurmuş ve zalimce davranmışlardır. O kadar ki Gürcistan’ın Abhazya üzerinde uyguladığı zulmün önlenmesi için, Osmanlı idaresinden Gürcistan yönetimine uyarı mektubu dahi gönderilmiştir. Olay bu kadarla da kalmamıştır. Almanlarla işbirliği yapan ve Poti de işbirliği anlaşmasını imzalayan Gürcistan, Almanlardan aldığı yardım ve menşeviklerin desteği ile Abhazya topraklarını tamamıyla işgal etmiş, hatta kuzeye geçerek Novorosisk sahillerine kadar Batı Kafkasya’yı da işgal ederek kendi toprağına katmıştır. Gürcistan’ın bu baskıcı işgal hareketi tarihsel olarak Abhaz halkının bir anlamda bilinçlenmesine ve kendi siyasal örgütlenmesini yapabilmesine psikolojik olarak neden olmuştur.

 

            Diğer taraftan devrimle beraber her halkın kendi kaderini tayin etme politikasını benimseyen Bolşevik yönetimin yayınlamış olduğu bildiriler, Abhazya halkında da devletleşme bilincinin gelişmesi ve artması neticesini doğurmuştur.

 

            Objektif olarak bakarsak Osmanlı devleti ittihat ve terakki cemiyeti ve bu anlamda düşünen insanlar ve aydınlar Kafkasya’daki halkların gerçek anlamda ve pozitif olarak devletleşmesi olgusuna yapıcı yardımda bulunmamışlardır. İttihat ve terakkinin doğu politikasının giriş kapısını güney Kafkasya teşkil etmiştir. Bu ilke ve inanç gereği ayrıca çeşitli anlaşmalarla Ruslara terkedilmiş olan il ve toprakların geri alınması için gerekli askeri girişimlerde bulunulmuştur. Ne varki bu askeri hareketlerin hiç birisi Kafkas halklarınının pozitif anlamda devletleşme olgusuna destek vermemiştir.

 

Bu noktada özellikle batılı emperyalist devletlerin petrol savaşına giriştikleri hususu da göz önünde bulundurularak, olayların daha geniş analizinin yapılması gerekmektedir.

 

            Abhazya’nın durumuna dönersek, Abhazya halkı menşevik ve Alman destekli Gürcü harekâtı karşısında açık ve net biçimde bir direniş göstermiştir. Burada da bu direnişe katılmayan bazı Abhaz ileri gelenlerinin Gürcistan bölümüne geçtiği tarihi bir gerçektir.  Bolşevik kuvvetleri ile yapılan işbirliği ile Gürcistan’ın Abhazya ve Batı Kafkasya üzerindeki harekâtı yenilgi ile sonuçlanmış, Abhazya pozitif ve siyasal anlamda devletleşme sürecine 1921 tarihinden itibaren fiili ve siyasi olarak girmiştir.

 

            Göçler genel anlamda bir entegrasyon hareketini doğurmuşsa da bu göçlerin siyasal anlamda Abhaz halklarının ve diğer Kafkas halklarının menfaatlerine çok uygun olmadığı ve pişman oldukları gerekçesiyle bir çok Abhaz geri dönmek için müracaat etmişlerdir.

 

Diğer yönden, bazılarına göre 1841, bazılarına göre 1853-1855’li yıllarda kurulan Tophane’deki “Çerkes Meclisi’nde Muhammed Emin ve İsmail Barakay gibi Abhazların da bulunduğu bir gerçektir. Bu meclis Kuzey Kafkasyalı önderlerle Osmanlı Yönetimi arasında aracı rolü oynamakta, İmparatorluğa sürülen göçmenlerin sorunlarıyla ilgilenmekteydi.  

 

İttihat ve terakkinin isteği üzerine ve onun güvenini kazanarak üyelerinin seçildiği anlaşılan ve 1915 yılında kurulan “Cemiyeti Siyasiye” de bu hareketin örgütleyici ve planlayıcı unsurlarından biridir.

 

             Bu dönemler hakkında ne yazık ki fazla yazılı bilgimiz yok. Sadece Butba Mustafa’nın “Kafkasya Hatıraları” adlı kitabından bazı bilgiler edinebiliyoruz. 1920 yılında Kafkasya’ya dolayısıyla Abhazya’ya giden Butba Mustafa gidiş nedenlerini anlatırken;

 

  1. Wilson prensiplerinden söz ederek “Bağımlı ulusların bağımsızlık haklarının büyük uluslar tarafından tanınacağı” maddesine sığınarak, acaba Kafkasyalılar olarak da bir bağımsızlık elde edebilir miyiz?
  2. Türkiye’nin yenik devletlerarasında yer alması, memleketin önemli kısımlarını kaybetmesi yüzünden Rusya ile Türkiye arasında bir duvar örme gayreti.
  3. Kafkasya’dan çeşitli görevlerle gelen delegelerin ne derece samimi olup olmadıklarının araştırılması.
  4.  

Butba’nın dediğine göre “Kuzey Kafkasya Siyasi Derneği” kuruluyor. Bu dernek İttihat ve Terakki, özellikle de Enver paşa’nın maddi yardımlarıyla kuruluyor. Enver ve Talat Paşa’nın emri altında, biri millici, diğeri islamcı. Hâsılı amaç Çerkeslerin bağımsızlığı değil, Türklerin güvence altına alınması Ruslardan gelecek tehlikelere karşı Kafkasyalılar tarafından bir duvar örülmesidir.

 

1908 ile 1923 yılları arasında dernek kurma, okul açma dergi ve gazete çıkarma, alfabe yapma ve bazı kitaplar yayınlama şeklinde başlayan aydınlanma çağı ne yazık ki kısa bir süre sonra karanlığa gömülmüştür. Hem ana yurtla ilişkiler hem de bilinçlenme faaliyetleri 50’li yıllara kadar akamete uğramıştır. Daha sonra yeniden derneklerin açılması, dergilerin çıkarılması, yavaş yavaş anayurtla ilişkilerin kurulması gibi yeni bir dönem başlamıştır.

 

 İşte böylece; 1920’de Butba Mustafa’dan sonra 1924 de Cincal İbrahim’in gidişi, 1926’da Madenci İzzet, 1970’de Ajiyba Hakkı ve Ajiyba Nihat, 1973 de Papapha Mahinur ve eşi Rahmi Tuna, 1974 Hasan Yazıcı, 1975 de Orhan Aşamba’nın düzenlediği Ömer Büyüka ve beraberindeki heyet, yolların yeniden açılmasına neden olmuştur.

 

Abhazya’dan da 1960’da İgor Gurgulia, 1966’da Kibba Jato, 1965 Prof Açba Zurab, 1968’de G. Dzidzerya ve bir grubun gelişi, ilişkileri yeniden hızlandırdı. Dergilerin çıkması, anadilde okuma yazma öğrenme ve anayurtla irtibat, yeni kitapların yayınlanması, anadildeki kitapların çevrilmesi gibi faaliyetler yeni bir bilinç de oluşturdu. Dernekler toplu seyehatler düzenlemeye, öğreci alışverişleri yapmaya, yaz tatillerinde çocuklar anayurda gönderilmeye başlandı.

 

Böylece 1992-93 savaşına kadar Anayurt ve diaspora arasında yeniden sıcak ilişkiler kuruldu ve belki de tarihte en büyük diaspora ve anayurt dayanışması işte bu kötü savaşta gerçekleşti. Adigesi, Abhazı, Çeçeni, Wubıh’ı destek vermeyen kalmadı. Kızlı erkekli gönüllü savaşçılar Abhazya’yı savunmak için ailelerine haber vermeden gittiler, bazıları şehit oldu, bazıları gazi.

 

Gerek Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimizin gerekse diasporanın desteği savaşın zaferle sonuçlanmasını sağladı. O tarihlerde Türkiye diasporasında yasal olarak faaliyet gösteren 40’tan fazla Kafkas Kültür Derneği’nin temsilcileri İstanbul’da toplanarak, Abhazya’ya nasıl yardım edebileceklerini uzunuzadıya tartıştılar sonunda yapılacak faaliyetleri organize edecek bir komite kurdular. Böylece 23 Ağustos 1992 tarihinde “Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi” kuruldu. Savaş süresince her türlü insani, ilaç ve ekonomik yardımda bulunmak, politik ve diplamatik girişimlerde bulunmak, dünya kamuoyunun ilgisini çekmek, Türkiye ve diğer ülkelerde bulunan ilgili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi vermek, iletişim sağlamak gibi çok değişik ve kapsamlı faaliyetlerde bulundu. O gün için çok başarılı kabul edilen bir misyonu günümüze kadar sürdürdü ve o günlere ilişkin zengin bir arşiv bıraktı.

 

Sonuç olarak; yakın tarihimizi, anayurt ve diaspora ilişkilerini bilimsel olarak araştırmak, bu konularda tezler yapmak, hatta anayurtta ders olarak okutmak, diasporada da seminerler, konferanslar düzenlemek gerek. Kısaca, geçmişimizi, nerede hata yaptığımızı öğrenmek ve geleceğimizi ona göre şekillendirmek gerek. 

 

NOT: Bu yazıyı geçen yıl (2015) Abhazya’nın ilk cumhurbaşkanı rahmetli V. Arzınba’nın 70. doğum günü nedeniyle Abhazya’da yapılan Uluslararası Konferans’a çağrılı olmam nedeni ile yazmıştım.  Verilen üç konu hakkında da yazı yazdım, ancak oraya gidince “Hititolog Arzınba” hakkındaki yazımı sunmayı yeğledim. İyi de yapmışım. Yabancı akademisyenlerden büyük beğeni aldı.  Ancak diaspora ve anayurt ilişkileri de önemli bir konu bunlarla ilgili fazla yazılı kaynak yok. Kişileri bile hatırlayan kalmadı. Örneğin, Cemal Marşan ve Mithat Maan hakkında uzun zamandır belge ve bilgi arıyorum, ailelerinin verdikleri bilgiler dışında en ufak yazılı bir belgeye rastlamıyorum.  Bu bakımdan bir an önce yakın tarihimiz hakkında çalışmalar yapılmasını sevgili gençlere öneriyorum.

 

Kaynaklar:

  1. İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya
  2. Aynı eser
  3.  Dr. Ömer Turan, Bolşevik İhtilalini takip eden günlerde Kuzey Kafkasya’da bağımsızlık hareketleri ve Yusuf Ercan’nın “Sohum Müfrezesi Hatıraları”
  4. Dr. Mustafa Aydın, “Üç büyük gücün çatışma alanı Kafkaslar” Gökkubbe yayınları, İstanbul, 2005
  5. Erdeşan Kobaş, Nestor Lakoba, Nisan 2010 (İnternet belgesi. www.abhazyam.com)
  6. Arsen Avagyan, Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde “Çerkesler”, Belge yayınları, 2004 İstanbul

 

Bu yazı 7132 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI