içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

YETMEDİ Mİ ARTIK?...

YETMEDİ Mİ ARTIK?...

Her 21 mayıs anmalarında gündemimizi işgal eden sorular, şiir, yazı, resim, şarkı, ağıt... artık aklınıza ne gelirse, hepsi birbirinin aynı, bir çoğu karşısındakine hiç bir şey aksettirmeyen, bazen de  samimiyetten ve derinlikten yoksun, bir kısmı ise kısır çekişmelerimizi yansıtmaktan öteye gitmeyen sıradan paylaşımlardan inanın gına geldi...

Kafkas savaşları mı, Osmanlı-Rus mu, yoksa Rus-Kafkas savaşları mı? 

Göç mü diyelim, sürgün mü, büyük sürgün mü, yoksa soykırım mı?

Şu tarihte mi olmuş, bu tarihte mi? Şuradan mı, yoksa buradan mı? Şunlar mıydı, bunlar mı? Şu kıyıya mı çıkmışlar, bu kıyıya mı? Şu fed’le mi analım, bu fed’le mi? Şurada mı toplanalım, yoksa burada mı? “S” ile mi yazmışlar “Z” ile mi? Yan mı gitti, çamura mı battı? Gözünün üstünde kaşın mı var, yoksa kaşının altında gözün mü?...

Sorular, sorular, sorular ve fındık kabuğunu doldurmayan mevzularla yıllar boyu havanda su dövercesine  devam eden “tartışmalar”...  Bir türlü bitmek bilmiyor...  Bir türlü sonu gelmiyor bu kısır döngünün...

155 yıl sonra şu acıyı bile birlikte anamıyorsak, ya da tarihin en ağır trajedisini bazıları için hala bir hafta sonu pikniği formatından çıkaramadıysak, bazen körü körüne işbirlikçi, bazen de körü körüne intikamcı anlayışların ötesine geçip, en azından böylesi dönemlerde gelecek adına yepyeni bir yaklaşım, bir vizyon, bir umut ortaya koyamıyorsak...

155 yıl sonra bir kısmı zorunluluktan anavatana yerleşmiş bir avuç insan dışında, tarihi topraklarımızı hala bir zamanların Alamancıları gibi çok bilmiş turist edalarıyla ziyaretin ötesine geçememişsek...

Bilgimiz, becerimiz, donanımımız ve sermayemizle bu güne kadar en küçük bir yaraya bile merhem olamamışsak... İşimize gelince “oranın beş katıyız, on katıyız, daha abazayız, daha adigeyiz, şuyuz buyuz!” nutukları atıp, işimize gelmeyince de yapılması gereken her şeyi anavatanda kalan ve binbir türlü badireyle bayrağı bu günlere kadar taşıyan bir avuç insana havale etmekten başka bir şey düşünemiyorsak...

Ve hala diyasporada peynir gemilerini lafla yürütme safhasının bir adım ötesine dahi geçememişsek...

Konuşurken mangalda kül bırakmayıp, en küçük bir olumsuzlukta ise anavatanı çamura bulamak için adeta tetikte bekliyorsak ve hatta çoğu kez de kendi hatalarımızı ve başarısızlıklarımızı da hiç Allah’tan korkmadan oraya fatura edebiliyorsak...

Anavatanı geçtim, diyasporada bile ulusal varlığımız ve geleceğimiz adına dikili tek ağacımız bulunmuyorsa...

Lütfen yanlış anlamayın, bunları söylerken asla kendimi ayrı tutuyor ve ukalalık taslıyor değilim, tüm bu eleştirilerden kişisel olarak payıma düşeni hiç yüksünmeden kabul ediyorum. Ayrıca diyasporada geçmişten günümüze kadar verilen insanüstü çabaları görmezden gelip inkar da ediyor değilim. Ancak kabul edelim ki bütün bunlar akıntıya karşı kürek çekmekten başka birşey değil, bizler bu azgın akıntıya karşı kahramanca kulaç atarken taşkın suların toplumumuzu nerelere sürüklediğinin ve Allah muhafaza daha da nerelere sürükleyebileceğinin farkında mıyız acaba?

İşte tam da bu yüzden;

Artık başımızı iki elimizin arasına alıp düşünme zamanıdır...

Hatta belki de ona bile zamanımız yok.

Bu saatten sonra anavatan dışında hiç bir yerde bir kaç kuşak öteye gidemeyeceğimizi anlamalı ve bir an önce tarihi topraklarımıza geri dönmenin yollarını aramalıyız...

Bilmeliyiz ki sürgünün “intikamı” ne kadar içten olursa olsun nutuk atarak değil, sadece ve sadece anavatana dönmekle alınır.

O halde bizi tutan nedir?

Bırakalım kılı kırk yaran sinameki tavırları ve sonu gelmeyen gereksiz tartışmaları ve çekişmeleri...

Bizi isterler mi, iş-aş-ev verirler mi, ne yaparız, nasıl yaşarız? Sorularını bile sormanın zamanı değil...

Artık kesin olarak bilmeliyiz ki, ulusal varlığını devam ettirmek isteyenlerin önünde hiç bir şekilde ikinci bir seçenek bulunmuyor!...

Aksi takdirde yukarıdaki soruları birbirimize yuvarlayarak, şuculuk ve buculuk kavgalarıyla bir süre daha egolarımızı tatmin eder, ancak bir gece yatıp sabah kalktığımızda ise, artık ne elimizde, ne de gönlümüzde geçmişimize dair hiç bir şeyin kalmadığı gerçeği ile en acı şekilde karşı karşıya geliriz. Kim bilir? Belki de o kadarını bile göremeyiz...

Biliyorum, biraz keskin, biraz ağır oldu ifadelerim. Ancak bunca yılın tecrübesi ve gözleminin ardından duygu ve düşüncelerimi en kestirme ve en samimi şekilde sizlerle paylaşmasaydım toplum ve tarih önünde suçlu duruma düşerdim.

Zira zaman geri dönülmez bir şekilde hızla akıp gidiyor ve başka bir çıkış yolumuz yok!...

Hepimiz bu konuda acilen birbirimizi uyarmalı ve üzerimizdeki ölü toprağını atabilmek için olabildiğince şiddetle sarsmalıyız.

Şimdi en baştaki soruya geri dönelim...

Yetmedi mi artık?

Diyasporadaki misafirlik artık yetmedi mi?

 

 

 

Bu yazı 5579 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI