içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Şendoğan abi...

Bazı insanlar vardır ki, kararları, tavırları ve mücadeleleri ile iz bırakırlar yaşamda. Çoğu zaman hayattayken gerçek değerleri bilinmez, bu yüzden de baki kalan kubbede hoş bir seda bırakıp sessizce kanat çırparlar sonsuzluğa.

 

Şendoğan abi...

 

Ben onu henüz delikanlılığa yeni adım attığım çağlarda düğün ve tasamharalardaki parlak kişiliğiyle tanımıştım. Müthiş esprili konuşmaları ve olağanüstü güzel oynadığı apsuva kuaşarasıyla herkesin hayranlığını kazanan ve tabiri caizse toplum içinde fırtına gibi esen efsane bir kişilikti.

 

Daha sonra Abhazya savaşı patladığında bir kez daha, ama başka bir yönüyle duydum bahsini. Savaş başlamadan bir süre önce Abhazya’ya gelmiş, ancak savaşın başlamasıyla birlikte işini gücünü bir kalemde silip, geriye dönüş köprülerini de yakarak anında ilk direniş noktasında yerini almıştı.

 

Abhazya’ya giderken bizim düğün resimlerini vermiştik ona, Derya’nın ailesine iletmesi için. 13 Ağustos günü kendilerini ziyaret edip resimleri ilettiğinde onlar da bırakmamışlar ve arkadaşlarıyla birlikte küçük bir ziyafet sofrasında hoşça vakit geçirmişlerdi...

 

Ertesi gün savaş başlayıp her yer ana baba gününe döndüğünde ve herkes kendi derdine düştüğünde o ne yapmış biliyor musunuz? Sıkı durun!... O hengâmede bile, bir gün önce misafir olduğu eve uğrayıp “Ne durumdasınız, sizin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sormuş. Şu apsualığa, şu adamlığa, şu özgüvene ve şu vefa duygusuna bir bakın...

 

Kaç kişi akıl, kaç kişi cesaret edebilir...

 

25 Ağustos 1992 sabaha karşı Gudauta sahiline ayak bastığımızda bizi karşılayanlar arasındaydı. O tarihten sonra yolumuz kendisiyle hep kesişti. İyi günde kötü günde hep birlikte olduk, zorluklara hep beraber göğüs gerdik.

 

Şendoğan abi yaşına başına bakmadan her zaman hep en önde olmaya gayret etti. Dediğim gibi savaş başladığında sessizce Türkiye’ye geri dönüp işine devam edebilirdi ve kimse de yadırgamazdı... Aynı durum yaralanıp tedavi için geldiğinde de söz konusuydu. O dönemde de “Sen yapman gerekeni fazlasıyla yaptın, biraz geride kal” sözlerine hiç kulak asmadan ilk fırsatta yeniden cepheye koşarak kaldığı yerden mücadelesini sürdürdü...

 

Gökten yıldızı koparıp getiren mitolojik kahraman Nart Sasrıqua değildi elbette, ama halkı için her zaman ve her durumda hep elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı.

 

Hiç bir zaman para-pul, mal-mülk ve mevki-makam peşinde olmadı... İsteseydi sahip olduğu popülariteyi bu alanlara tahvil edebilirdi, ama hiç tenezzül etmedi, hiç oralı olmadı...

 

Savaş sonrası o zorlu dönemlerde Abhazya’da tutunabilmek için de denemediği yol kalmadı, ancak ambargo dönemlerinde yaşlı annesini de yalnız bırakmamak amacıyla bir süreliğine de olsa Türkiye’ye köyüne döndü ve akabinde Abhazya’daki yaşamına yeniden kaldığı yerden merhaba dedi. Bu arada en önemli konuyu unuttum. Nona Chkotuapha ile evlenmiş ve bu şekilde bizim için ağabeyliğinin yanı sıra bir de damat olmuştu. Arada bir büyük olmasına rağmen damatlığını öne sürüp onu sıkıştırmayı severdim, ama bir kez bile kızdığına ve alınganlık gösterdiğine şahit olmadım, tam aksine büyük olmasına rağmen asla saygıda kusur göstermezdi...

 

Bu evlilikten Nart adında pırlanta gibi bir evlatları oldu. Nart bugün 17 yaşında ve her anlamda babasının mücadelesini sürdürebilecek ve onun adına layık olabilecek vasıflarda bir delikanlı.

 

Hemen hemen her gün bir şekilde karşılaşırdık, Bazen Aycan abinin, bazen de Metin abinin orada... Bazen de elleri arkasında tespihini çekerek ağır adımlarla Prospekt Caddesinde Novi Rayon minibüs durağına doğru ilerlerken... Hoş sohbeti ve esprileri ile her zaman aranılan ve yokluğu anında hissedilen bir kişilikti Şendoğan abi, bazen olayları biraz abartır, bazen de yakası açılmamış muhteşem küfürleriyle taşı tam gediğine koyardı. En çok savaş dönemi anılarını anlatmaya bayılırdı, büyük bir keyif alırdı o günleri anılarıyla yaşatmaktan... Hele bir de zafer günlerinde görecektiniz siz onu, göğsünde sonunda kadar hak ettiği “Leon” madalyası, öylesine gururlu, öylesine mutlu olurdu ki, 23 Nisan müsamerelerine giden çocuklardan biri sanırdınız... O çocukların tertemiz heyecanlarından hiç farkı yoktu çünkü hissettiklerinin. Kocaman adam duygusallaşır, gözleri yaşarır, ama bir yandan da mutluluktan uçarcasına bir törenden diğerine koşturur dururdu. Hele hele diasporadan da gelen bir grup varsa değmeyin keyfine, onları da heyecanına ortak ederek coşkuyla anlatırdı bu günlere ve zafere nasıl gelindiğini...

 

Dile kolay, Gagra’nın alınmasından tutun, Tamş çıkarmasına kadar neredeyse bütün operasyonlara katılmıştı. Defalarca kez yaralanmış, ölümlerden dönmüş, silah arkadaşlarını elleriyle toprağa vermişti...

 

Bu gün Maan Şirin abiden dinledim, meğer altı ay kadar önce öleceğini hissetmiş ve vasiyetini bile bırakmış. Mezara indirildiğinde imamın ardından okuyacağı duaya kadar ayrıntılara girmiş... Ama bizlere en küçük bir şey bile hissettirmedi. Son ana kadar dimdik durmaya çalıştı, yoğun bakımda kendisini ziyaret ettiğimizde bile her defasında ayağa kalkmaya çabalayan bir yapısı vardı. Bir neslin son örneklerinden biri gibiydi sanki onun gibisi bir daha gelir mi bilemiyorum, gerçekten de eskilerin tabiriyle her anlamda “şahsına münhasır” bir kişiydi.

 

Velhasıl onunla ilgili ne söylense ne yazılsa yeterli olmaz. Ama şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim Şendoğan Ajund Abhaz toplumuna ve tarihine mal olmuş mümtaz bir kişilik olarak insanlarımızın gönüllerinde derin bir iz bırakabilmeyi başarabildi. Ölümünden sonra Türkiye’de ve anavatanda onunla ilgili yazılıp çizilenler, düzenlenen törenler ve insanların kendisi için dile getirdikleri samimi ifadeler bunun en güzel göstergesi.

 

Bu gün Rıdvan abiyle birlikte onu mezara indirdiğimizde, “Seni Allah’a emanet ediyoruz” diye seslendim gayri ihtiyari... Cevap verebilecek durumda olsaydı hiç tereddüt etmeden “Ulan tırtıl o kadar bayılıyorsan gel de kendini emanet et!” diyeceğinden adım gibi emindim. Ama ne yazık ki cevap verebilecek durumda değildi...

 

Evet, Allah’a emanet ettik onu. Ardında hoş bir seda ve tatlı bir tebessüm bırakarak...

 

Güle güle Şendoğan abi...

Ruhun şad, mekanın cennet olsun inşallah...

Bu yazı 8455 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI