içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü


YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

 

8 Mart dünya emekçi kadınlarının mücadele günüdür. Kadın hareketleri ya da kadınların hak savaşımı toplumsal mücadelelerden ve sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemez. Kadın erkek eşitliğinin arayışının kökenleri, sınıf savaşının kökenlerinde yatmaktadır.

 

 

Nazmiye Atalan                                                                                     8 Mart 2015

 

Dünyada “Çiçek Çocukları” diye adlandırılan 68 kuşağının aksine Türkiye’de 68 kuşağı, Türkiye ki sol siyasi hareketinin önemli bir dönemecini temsil eder. Bu dönemin devamı ve 78 kuşağının bir üyesi olarak, günümüzdeki kadın hareketlerini de, kadının çalışma yaşamındaki yerine, yasama ve yürütmede aldığı rollere, siyasi yaşamdaki yerine, yönetim kadrolarında aldığı rollere, sendikalaşma çabasına bakarak değerlendirmekten yanayım.

8 Mart dünya emekçi kadınlarının mücadele günüdür. Kadın hareketleri ya da kadınların hak savaşımı toplumsal mücadelelerden ve sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemez. Kadın erkek eşitliğinin arayışının kökenleri, sınıf savaşının kökenlerinde yatmaktadır.

8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anlam bulmasının sınıfsal kökenine ve kronolojik geçmişine bir göz atarsak bunun anlamını ve önemini daha iyi kavrayabiliriz.

Kapitalist üretim biçiminin ortaya çıkışıyla beraber, işçi sınıfı sermaye sınıfının ağır sömürü koşullarına karşı, mücadeleler yürütmüştür. İşçi sınıfı içerisinde kadın işgücü, sermaye sınıfı için "en ucuz" ve "uysal" bir işgücü olarak sömürülmesi kolay sayılmıştır. Böylelikle, proleter kadın iktisadi yaşam mekanizmasının içine çekilmiştir. Aynı zamanda, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi içinde proleter kadınlar -kendilerine özgü taleplerle- yer almışlardır.

Avrupa’da 1789 Fransız devrimi sonrası başlayan işçi hareketleri, 1848 Enternasyoneli ile yükselişe geçmiştir.

ABD’de, New York’ta, 8 Mart 1857’de 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlamışlar, polis işçilere saldırmış ve işçileri fabrikaya kilitlemiştir. Ardından çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucu 129 kişi ölmüştür.

Yine 8 Mart 1908 yılında, yine New York’ta 15 bin kadın, 8 saatlik çalışma hakkı, daha iyi gelir ve oy hakkı için yürümüş, doğum izni istemişlerdir. Kullandıkları slogan “Ekmek ve Gül” idi. Ekmek yaşama güvencesi ve karın tokluğunu, gül ise daha kaliteli yaşamı simgeliyordu.

8 Mart 1911 yılında ilk kez kutlanan Enternasyonel “Emekçi Kadınlar Günü” kadın emekçilerin verdiği savaşımların sonucudur. Clara Zetkin isimli Alman bir sosyalist kadın Sosyalist Enternasyonal’de 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olmasını önermiş ve kabul edilmiştir. Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de yüz binlerce kadın ve erkek değişik aktivitelerle, oy verme, seçme ve seçilme haklarının yanı sıra meslek edinme ve mesleki eğitim görme haklarını istemişlerdir.

Bu kutlamalardan iki hafta sonra Triangel yangınında 140 kadın ölmüş ve bu olay Amerika’da çalışma kurallarını etkileyen önemli bir olay olmuştur.

Yine 8 Mart 1917 yılında Rus kadınlar “ekmek ve barış” için grev yapmış, yaşam koşullarının kötülüğünü protesto etmişlerdir.

Görüldüğü gibi Dünyada bir dizi hak temelli kadın işçi eylemleri 8 Martlarda dile getirilir olmuştur.

1977 de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ı Kadın Hakları ve Dünya Barış Günü olarak kabul etmiştir.

Dünyada kadın hareketleri veya kadınların kurtuluş mücadelesi, toplumsal mücadelelerden, dolayısıyla sınıf mücadelesinden bağımsız değildir. Modern anlamda kadın-erkek eşitlik arayışının kökenleri ise tam da sınıf mücadelesinin kökenlerinde yatar.

Ülkemizde kadın hakları bağlamındaki gelişmelere göz atmak istersek işçi sınıfı hareketlerinden bağımsız olarak, Cumhuriyet öncesinde de biz dizi kazanımların elde edildiğini görebiliriz. Örneğin ilk olarak 1843 yılında kadınlar Tıbbiye mektepleri bünyesinde ebelik eğitimi almaya başlamıştır. 1847’de kadınlara da erkeklerle eşit miras hakkı önerilmiş 1858 de yürürlüğe girmiş, 1956’da kadınların köle ve cariye olarak alınıp satılmaları yasaklanmıştır.

1869’da kız çocuklarının eğitimine yasal zorunluluk getirilmiştir. 1871 de evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde gerçekleştirilmesi ve evlenme yaşına ilişkin düzenlemelerle önemli adımlar atılmıştır. 1876’da kız ve erkek çocuklar için ilköğrenim zorunlu hale getirilmiştir.

Görülüyor ki yasal bazı kazanımlar kadınların ücretli çalışma yaşamına da adım atmalarına ön ayak olmuştur. Örneğin ilk kez kadınlar 1897 yılında ücretli işçi olarak çalışmaya başlamış. 16 yıl sonra da devlet memuru olabilmelerinin önü açılmıştır.

Kadınlar Bilim Dünyasıyla 1922 yılında tanışmış, ilk kez 7 kadın tıp fakültelerine öğrenci olarak girmiştir.

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte devrim niteliğinde reformlar ardı arda yapılmış, örneğin 1924’te “Öğrenim Birliği” yasası ile kız ve erkek öğrenciler eşit öğrenim hakkını elde etmiştir.

Türkiye’de daha çok kadınların eğitim hakkı ile ilgili olarak yapılan düzenlemeler, Avrupa'da yaklaşık aynı yıllarda gerçekleştirilen reformları çok kısa bir zaman aralığıyla izler. Hatta denebilir ki yasal bazı düzenlemeler, örneğin seçme ve seçilme hakkı Avrupa’lı kadınlardan önce Türk kadınına verilmiş yasal bir haktır!

17 Şubat 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanununda, erkeğin çokeşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeleri kaldırılmış, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanımıştır.

1930 yılında kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakları tanınmıştır.

1930 yılında kadınlara doğum izni verilmiş, yine kadınlara doğum yardımı ilk kez 1945 yılında yasalaşmıştır. Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi ise 1949 yılında çıkarılan yasa ile gerçekleşmiştir. 1933 yılında kadınlar için meslek teknik okulları açılmıştır.

Yine 1933 yılında kadınlara köylerde köy muhtarı ve ihtiyar meclislerine katılma hakkı tanınmıştır.1934 yılında da, anayasa değişikliği ile kadınlara seçme seçilme hakkı tanınmıştır.

1936 da iş kanunu yürürlüğe girmiş, kadınların çalışma yaşamına düzenlemeler getirilmiştir.

1935 tarihli İLO sözleşmesi uyarınca kadınların yer altı madenlerinde ve ağır işlerde çalıştırılması yasaklanmış, 1945 de analık sigortası düzenlenmiş, 1949 da yaşlılık sigortası,   kadın ve erkeklerde eşitlik esasına göre düzenlenmiştir. Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan ILO sözleşmesi 1966 yılında onaylanmıştır.

1952 de ana ve çocuk sağlığı hizmetleri verilmeye başlanmış, 1965 de gebeliği önleyici ilaçların satışı serbest bırakılmış ve tıbbi zorunluluk durumlarında kürtajın uygulanması serbest bırakılmıştır. 1983 yılında kürtaj hakkı yasalaşmıştır. İstenmeyen gebeliklerin sonlandırılması ve kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkı olması açısından önemli bir kazanımdır bu yasa. Çünkü yasa dışı yollardan kürtaj zaten uzun zamanadır uygulanmaktaydı da.

Türkiye, Birleşmiş Milletler “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni 1985 yılında imzalamış, sözleşme bir yıl sonra yürürlüğe girmiştir. 1985 yılında 'Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadın konusu, ilk kez bir sektör olarak yer almış ve bu konuda politikalar belirlenmiştir. Ancak bazı yasalar hep kağıt üzerinde kalmış, uygulamalarda aksaklıklar hep olmuştur.

12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte Türkiye’de önemli bir ivme kazanmış olan işçi hareketleri bastırılmış, grev yasaklanmıştır. İş ve çalışma yaşamında kazanılan pek çok yasal hak ve özgürlükler ne yazık ki askeri rejimin uyguladığı baskılarla askıya alınmıştır.

Sivil yönetime geçildiğinde sendikal anlamda ve çalışma yaşamında yitirilen pek çok hak ve kazanımlar hiçbir zaman eski konumuna ulaşamamıştır. 8 saatlik çalışma yasası pek çok sektörde adeta ihlal edilmiş, taşeron firmalar hızla çoğalmış, işten çıkarmalar kolaylaşmış, çarklar işverenin lehine dönmeye başlamıştır.

Öte yandan 1980 sonrası Türkiye’de feminist hareketlerin başladığı ve etkili olarak varlığını göstermeye çalıştığı yıllar olmuştur. Örneğin toplumun “mor çatı”, kadın sığınma evleri”, kadın kütüphaneleri” kavramları ile tanıştığı yıllar olmuştur.1989 yılında İstanbul Üniversitesinde Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi kurulmuştur. Bu merkezlerin sayısı 13’ü bulmuştur.

1989 da ilk kez kaymakamlık sınavlarına kadınların da alınacağı açıklanmıştır. 1990’a değin kocasının yasal izni olmadan çalışma yaşamına katılamayan kadının çalışma hakkı 1992’de kendi öz iradesine bırakılmıştır. 2011 de, evlenen bazı kadınların kendi soyadlarını da kullanabilmek için açtıkları davalar sonucu, yapılan incelemede Anayasa Mahkemesi, evlenen kadının kocasının soyadını alması ya da kocasının soyadının önünde önceki soyadını kullanmasına ilişkin hükmünü anayasaya aykırı bulmayarak, kadınların kendi soyadlarını da kullanabilmelerinin önünü açmıştır.

Sonuçta ülkemizdeki kadının konumu, son yüz, yüz elli yılda kazanılan haklar ve yasalar bağlamında bakıldığında; evet kazanımlar önemlidir ancak henüz Türkiye’nin aydınlık yüzü hala hiç değildir.

Tüm bu kronolojik bilgileri göz önüne aldığımızda yavaş bir ivmeyle de olsa dünyadaki gelişmelere yakın hak ve kazanımlardan söz edilse de, gerek işçi sınıfı hareketlerine, gerekse kadının toplu çalışan nüfus içindeki oranına baktığımızda ciddi hak kayıplarının yaşandığını söyleyebiliriz.

Toplumdaki yoksul nüfus oranı artmış, zengin daha zendin, yoksul daha yoksul konuma gelmiştir. Bir dönemlerin popüler söylemi olan orta sınıf neredeyse yok gibidir.

Özel sektörde çalışanlar yarış atı gibi çalıştırılmakta, farklı stratejilerle, çalışanlar birbirleriyle yarıştırılarak, rekabet ortamı yaratılmakta, kazanılmış 8 saatlik iş gücü ihlal edilerek,  çalışma saatleri 10- 12- 16 saatlere taşırılmaktadır. İşçi ücretleri kişiye özel ve gizlilik sözleşmeleriyle bağlayıcılığı olan, şantaj unsurlarına dönüştürülmüş olup, bu çalışma sistemini sorgulanmadığı bir kuşak yaratılma çabaları giderek artmaktadır.

Kayıt dışı ve ev hizmetlerinde çalışan kadınlar hala sigortasızdır ve bu sektörde bir hak savaşımları dahi yoktur. Sendikasızlık çalışma yaşamının her alanında giderek yaygınlaşmaktadır.

12 Eylül 1980 askeri rejiminin baskıcı yönetiminden sonra siyaset sahnesinde beliren gerici yeni siyasi partiler, toplumun gündemini belirlemeye başlamıştır. Son 30-35 yıldır ne yazık ki milliyetçiliği ön plana çıkararak ve de giderek tüm söylemini dini kaynaklardan ve geri kalmış orta doğu ülkelerinin uygulamalarından referanslarla oluşturan gerici yönetimler, izledikleri çağ dışı ve gerici politikalarla bu gün kadın hakları mücadelesini işçi sınıfı mücadelesinden uzaklaştırarak, dar bir çerçeveye hapsetmiştir. Dini bir afyon olarak kullanarak sistemi kendi çıkarları için işletmişler ve yolsuzluklarla gündeme oturmuşlardır.  

Siyasiler söylemlerinde, toplumun ve çalışma yaşamının ayrılmaz bir bütününü oluşturan kadınla erkeği karşı karşıya getirerek, kadınların üzerinde ayrı bir baskı mekanizması oluşturmuşlardır. İzledikleri tüm politikalar, siyasi söylem ve eylemlerle toplumu kutuplara ayırmış, gerek eğitim sistemindeki yoz, gerici müfredatı yaygınlaştırma çabaları, gerekse kadını ötekileştiren, eve mahkum kılan- örneğin; “en az üç çocuk”,  “kadın ve erkek eşit değildir,  kadın, erkeklerin koruması gereken nadide bir varlıktır”, “kadın anadır””, ”kürtaj günahtır” vb. söylemlerle kadın üzerinden siyaset yapmayı sürdürmeyi şiar edinmişlerdir.

Çalışanların çocuklarının ücretsiz yararlanması gereken kreş sorunu hala çözülmemiştir. Eğitim paralı olmuş, eğitim alabilenler ve alamayanlar arasında uçurumlar yaratılmıştır. Dev bir eğitimsiz kitle yaratılmıştır adeta.

Tüm bu güdülen siyaset yüzündendir ki; kız çocuklarında erken, çocuk denebilecek yaşta evlilikler ivme kazanmış, töre cinayetleri ve kadın cinayetleri, haberlerin birinci sırasında yer alır olmuştur. Hukuki yaptırımların ve yasa koyucu ve yürütücülerin hala erkek bakış açısıyla ele alındığı toplumumuzda, kadın hakları yerlerde sürünmektedir. Toplumumuzda adeta bir kaos egemendir ne yazık ki.

Siyasi partilerimizin kadın kotalarına bakarak bile, ülkemizde kadının emek / ekmek pastasından aldığı payı göstermesi açısından yeterlidir. Sosyal demokrat ve sol söylemleri olan partilerin de uygulamada kadın adaylara ve politikacılara gereken önemi ve değeri verdiği hiç söylenemez. Hatta sendikacılık hareketleri için de aynı söylem geçerlidir. Tüm bu göstergeler “hak verilmez alınır” gerçeğini de ifade etmektedir zaten.

Kadın ve de erkek çalışma yaşamında hak ettikleri konuma geldikleri zaman, emeğin sömürüsüne karşı, ortak mücadelede yan yana yürüdükleri zaman kadın ve erkek emekçiler, gerek sanayide, gerek tarlada, gerekse hizmet sektöründe omuz omuza durdukları zaman “Kadın Emekçi Hakları”nın da utkuya ulaştığı zaman olacaktır.

İşte bu yüzden 8 Martlar Dünya Kadın Emekçilerin Dayanışma ve Hak Arama Günüdür. Kadın çalışma yaşamında, okullarda, sokaklarda olduğu sürece ancak eşit ve özgürdür. 8 Martlarda tüm çalışan kadınlar, ayrımcılığa uğrayanlar, şiddete uğrayanlar, ötekileştirilenler hak, özgürlük, adalet ve eşitlik için yürümeli, seslerini yükseltmelidir...

 

Kaynakça:

http://tr.wikipedia.org Dünya Kadınlar Günü.

http://tr.wikipedia.org Türkiye’de Kadın Hakları.

http://urundergisi.com Fatma Şenden, Ürün Sosyalist Dergi 21. “8 Mart Niçin Emekçi Kadınlar Günüdür?”

http://blog.milliyet.com.tr  Cemile Torun “Dünya Emekçi Kadınlar Gününün Tarihçesi ve Ezilen Kadınlarımız”

 

Kaynak: http://www.abhazhaber.com

 

 

Bu yazı 7728 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI