içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Nart Sasrıqua

Nart Sasrıqua liderliğinde, Dünya’daki insan soyunu tam üç kez yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan ejderhalarla savaşıldı. Nartlar insanlara toprakta ev yaparak yaşamayı öğretip onları ağaçlardan da indirdiler. Çünkü insanlar o zamanlar ejderha korkusunda ağaç tepelerinde sayvanlar yapıp oralarda yaşamaktaydılar.

 

Bu şekilde yaşamayanların çok soğuk olan buzullara girmekten başka çareleri yoktu. Nartlar dağın yamacındaki bir mağarayı kendilerine uygun bir ev haline getirdiler. Ejderha ya da benzeri bir düşman saldırısına uğradıklarında giriş kapısını büyük bir kaya parçasıyla kapatırlardı. Ya da düştüğünde kapıyı kapatacak şekilde üst tarafa yığabildikleri kadar kaya yığıp hazır bekliyorlardı. Bir tehlike anında mağaranın iç tarafından yukarıya doğru yaptıkları çıkış yolunu kullanıp taşları aşağıya yuvarlayarak hem düşmanı öldürüyor hem de kapının kapanmasını sağlıyorlardı. Eğer o da olmazsa büyük küçük toparlanıp dağların zirvelerine sığınırlardı. Nartların arasında bu şekilde barınak yapmayı, Nart Kun büyüyünce annesiyle birlikte düşündü. Sonra, Nart Sasrıqua Dünya’yı tehlikelerden temizleyip insanoğluna vermek üzere yola koyuldu. Ancak yola çıkmadan önce kardeşlerini toplayarak onlarla konuştu.

- Bize bu kadar büyük ve özel bir gücün verilmesinin nedeni, Dünya’yı kana bulayan ejderhalarla savaşıp onları yok etmemiz içindir. Sonra bu ağaç tepelerinde yaşamaya mahkûm olan insanları aşağı indirmeye ikna edip onlardan yararlanmalıyız.

Artık devlerle de savaşmayın, ben onları yola getireceğim! Dedi.

Ormandaki Aslan, Kurt, Fil, Köpek ne varsa yavrularını analarından ayırıp getirip özel olarak besleyip büyüttü. O dönemler hayvanlarda çok büyüktüler, küçük bir kurt bugünkü büyükçe bir at kadar vardı.

Sasrıqua bir gece kardeşleri uyurken evden çıkıp gitti. Üç gece ortalıkta gözükmedi.

Anneleri “korkmayın gelir” dediyse de kendisinden haber alamayan kardeşleri hayli tedirgin oldular. Ama o, bir gece yine onlar uyurlarken çıkageldi.

Sasrıqua gelirken kardeşlerinin her birine birer kılıç ve birer kama getirmişti.

Kendi kılıcı da sekiz metrelik alamet bir şeydi, ancak o, Sasrıqua daha küçücükken gelmiş olmasına rağmen anneleri kendilerine söylememişti. Kardeşleri de iyi kılıç sallarlardı ama Sasrıqua’nın kılıcı, o kullanırken açılır altmış metreyi bulurdu.

Sasrıqua kardeşlerine böyle savaş aletleri getirince onlar da onun kim olduğunun farkına varmış oldular.

Bir akşam, ağaç tepelerinde yaşayan insanları da davet ederek büyük bir ziyafet tertiplediler. O gece Nartların büyüğü, annelerinin böğürtlenden yaptığı içkiyi tahta kadehe doldurarak Sasrıqua’yı yücelti ve ona dua etti. İçkisini içtikten sonra kadehte kalıp yere dökülen bir damladan, daha sonra siyah üzüm fidanları yetişti ve daha sonra o üzümden şarap elde etmeye başladılar. Şarabın tarihi de aslında Nartlara dayanır.

Sasrıqua, “önce Kafkasya’yı ejderhalardan temizleyip, ondan sonra Dünya’yı kurtaralım!” diyerek kardeşlerinin yarısıyla birlikte yaylaya çıkıp ejderha korkusundan oralara sığınan Araş denen atlardan, her birine birer tane getirdi. O zamanki Araşl’ar son derece zeki idiler, binicisinin ne istediğini bilirlerdi. Sasrıqua’nın da iki Araş’ı vardı. Bunlardan ilki şöyle geldi; bir sabah “Sasrıqua”! Diye bir ses duyan annesi dışarı çıktığında, kapının önünde muhteşem bir at durmaktadır.

Kadın kimseyi göremeyip, “Evet annem!” diye seslenince bu kez, “bu at Sasrıqua’nındır!” diye bir ses duyar. Bu at Xuatçüa savaşına bir ay kadar varken kendisine gönderilmişti. Diğer atın gelişi de şöyle oldu: Bir gün, Dünya’yı sallayacak kadar büyük bir fırtına koptu. Toz duman olan ortalık sakinleştiğinde ise, evlerinin yakınında seyrine doyum olmayan bir Araş durmaktaydı. Araş, Sasrıqua’dan başka kimseyi yanına yanaştırmayınca bu atın da ona gönderilmiş olduğu anlaşılmış oldu. Böylece Sasrıqua’nın beklediği olmuştu.

- Haydi, kardeşlerim, vakit geldi, artık durmayalım! Şu ovaya, sıcak yerlere inip ejderhalarla savaşalım! Dedikten sonra hazırlıklarını bitirdiler.

Sasrıqua bir sabah, Araşına binerek tüm Kafkasya’yı havadan dolaşıp uygun bir savaş alanı aradı. Sonunda Gagra ovasında karar kılarak kardeşlerine de bildirdi.

Onlar da yanlarına yiyeceklerini, fillerini, köpeklerini ve kurtlarını aldılar.

Bu arada, ejderhaların da kendi aralarında konuştukları bir dil vardı ya, Xuatçüa savaşında öldürülen ikiyüz ejderhanın ana, baba ve kardeşleri olanı biteni kendi aralarında konuşup dağ bayır, yana yıkıla intikam için dolaşıyorlardı.

Sasrıqua bir perşembe günü kardeşlerinin bir kısmını güvenlik için geride bırakarak savaş yapmayı düşündüğü ovaya yeri göğü sarsan naralarla yürüdü. Saldırıya geçmeleriyle birlikte kan gövdeyi götürdü, kısa sürede ejderhaların çoğunu yok etmişlerdi.

Bunun en büyük nedeni Sasrıqua’nın diğer kardeşlerinin de uçan atları Araş’larla savaşmayı öğrenmiş olmalarıydı. Onları yaylada uzun süre bu konuda eğitmiş olduğundan artık önlerinde kim durabilirdi. Sasrıqua savaş narası attığında yer gök sarsılıyordu, ama üçyüz metre boyundaki ejderhalar kükrediğince de Dünya’daki tüm canlılar korkudan titremez miydi? Ejderhaların kanları sel olup akmak yerine karaciğer gibi yere düşüyor, savaş alanında bulunan Sasrıqua’nın aslanları, kurtları ve köpekleri ise onları yediklerinde gözleri fırıl fırıl oluyor, daha da saldırganlaşıyorlardı. Geride kalan kardeşler de yemekleri hazırlamışlar. İki gündür yemek yemeyen savaşçılar, sonunda grup grup Araş’larıyla kuş gibi gidip karınlarını doyurup geri dönüp kılıç sallamaya devam ediyorlardı. Bu şekilde tam on gün savaştılar.

Kayıp vermeden savaşı bitirdiklerinde ise sevinç içinde dağa çıkarak ziyafet sofrasına oturdular. Anneleri onlara böğürtlen şarabıyla dualar etti. Tam o sırada Sasrıqua’ya yaklaşan bir ceylan:

- Benim tüm yavrularımı ejderhalar yiyordu, siz benim intikamımı aldınız, ben de kendimi senin savaşçılarına kurban ediyorum. Bunun için geldim!

Dediyse de, Sasrıqua:

- Yaşlı ve erkek olmadıkça bir ceylan, hele de dişi ise bilerek asla öldürülmeyecek! Diye onu geri gönderdi.

Sasrıqua ile kardeşleri Araş’larıyla birlikte iyice dinlendikten sonra dağlara çıkıp oradan manda, dombay, öküz, keçi ne varsa alıp getirdiler. Bu arada tam üç ay yeni yetişen ne kadar ejderha varsa gördükleri yerde kılıçtan geçirip soylarını kuruttular. Sasrıqua ejderhaların daha çok bulunduğu Kafkasya’nın etrafını güvenli hale getirmek için Ağaç tepelerindeki insanlarla, devlerle, aslanlar, kurtlar ve köpeklerle işbirliği yaptı. Öyle ki ejderha kanıyla beslenen bu hayvanlar semirip kendileri ejderha gibi güçlü olmuşlardı. Her dili bilen ve herkesle anlaşan Sasrıqua, böylece tam 15 senede bu şekilde planlı savaşarak Abhazya’nın tamamını ejderhalardan güvenli bir hale getirdi. Eskiden olduğu gibi değildi artık, eskiden ejderhalar öyle çok, öyle tehlikeliydiler ki Nartlar bu yüzden Abhazya’nın dağlarını çok yüksek ve ayrı ayrı tepelerle engebeli bir şekilde yapmışlar, bunun için dünyanın her yerinden toprak bile getirmişlerdi. Bu sayede ejderhalar oralara ulaşamıyorlardı, çünkü sürekli kar olan bu yerlerde onlarla baş etmek çok daha kolaydı, ejderhalar yılan soyundan oldukları için soğukta uyuşup kalıyor özellikle karda hareket edemiyorlardı.

Nartların annesi, diğer evlatlarına hamile kaldığında da olağanüstü şeyler yaşamıştı.

Çocukları daha anne karnındayken bir ışık yayıyorlardı, ancak Sasrıqua’ya daha üç aylık hamileyken bile gece dışarı çıktığında ortalık neredeyse aydınlanıyordu, ışık öylesine göçlüydü ki gündüz bile fark ediliyordu. Sasrıqua daha anne karnındayken konuşmaya başlamış, ancak bundan bahsederse oğlunun gücü kaybolur diye düşünen annesi bunu bir sır gibi saklamıştı.

Sasrıqua ile kardeşleri büyük bir sevgiyle biri birilerine bağlandılar. O zamanlar insanlar ağaç tepelerinde yaşamaktaydılar, biri kazayla aşağı düşse anında ejderhalar tarafından yenirdi. Sasrıqua Kafkasya’daki tüm insanlarla ve devlerle konuşup onları evlerde yaşamaya ikna etti. Bunun için sarp kayalıkları oyup içlerine mağara evler yaptı ve insanlar ailece yaşayabilecekleri barınaklara kavuştular ve kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sasrıqua, evleri yaparken içeriden yukarı taraflara çıkışta düşünmüştü. Kapıların önlerine gerektiğinde orayı kapatacak boyutta devasa yassı kayalar olduğu gibi, üst taraflarında da saldırı anında düşmanın üzerine atmak için kullanılmak üzere kocaman kaya parçaları konulmuştu.

Sasrıqua devleri, insanları, aslanları, kurtları ve köpekleri ayrı ayrı toparlayıp savaşmayı ve kendilerini korumayı öğretti.

Şimdi de Dünya’daki ejderha korkusunu ortadan kaldırmak için çalışmalarına başlamıştı. Sasrıqua ile Nartlar’dan önce, Dünya üç dört kez ejderhalar tarafından diğer canlılardan temizlenmişti. Her defasında, ancak kenarda köşede kalanlarca çoğalabilmişlerdi diğer canlılar. Sasrıqua’nın yetiştirdiği aslanlar, kurtlar ve köpekler, ejderhalarla savaşmaya öyle alışmışlardı ki, artık sabahın köründe evden ayrılıp ejderha yavrularını yakalayıp yemek için uzaklara gidiyorlardı. Bu durum Sasrıqua’ya çok yararlı oldu. Devler de aslında insan gibiydiler kendi dilleri vardı. Zamanında onlar da ejderhalardan az çekmemişlerdi. Ejderhalar onları yakaladıklarında inlete inlete yediklerinden artık canları burunlarındaydı. Sonra insanlar akın akın gelmeye başladılar. Onlar konuşmasını bilmeseler de Sasrıqua kendileriyle konuşuyordu. İnsanlardan ve devlerden büyük bir topluluk oluşunca Sasrıqua onlara savaşmasını öğretti. Abhazya’da o zamanlar bir taş vardı, topraktan çıkardığında yumuşacık olduğu için istenilen şekilde yontulur ama biraz rüzgar yiyip güneş de gördüğünde de çelik gibi sertleşirdi. Sasrıqua bu taşı elleriyle yontarak araç gereç yapmayı herkese öğretti. Sonra kardeşlerinden on kişiyi, insanlardan da en güçlü 200 kişiyi, gençlerden de nöbet için yeterli sayıda kişiyi ve devlerden de 100 kişi kadarını ve hayvanları orada bıraktı. Bu arada, kadınlarda kendileri gibi savaşçıydılar ama Sasrıqua büyüyünce annesine, “bizim savaştığımız yerde kadınlar savaşmasınlar” diyerek onları savaştırmıyordu.

Sasrıqua hazırlanınca Araş’ına atlayıp “ben gelinceye kadar bekleyin!” dedikten sonra uçup gitti. Doğu-batı bütün Dünya’yı dolaştıktan sonra, batı tarafında uygun bir savaş alanı belirledi. Burası deniz kenarında uçsuz bucaksız sazlıklardan oluşan bataklık bir araziydi ve sayılmayacak kadar çok manda, at ve dombaylar, ejderhalardan kaçıp bu bölgeye sığınmışlardı. Bütün bunlar Sasrıqua için çok gerekliydi ama onları getirmek için ejderhaları yok etmek gerekiyordu. Hemen eve dönerek olan biteni anlattı. Sonra diğer atını annesine bıraktı ve bir koyun postunu da annesine vererek

- Biz gidiyoruz, bu posttan su çıkarsa işlerimiz yolundadır merak etmeyin.

Ama eğer post çürüyüp kurtlar dökülüyorsa yiyeceğimiz tükendi, eğer kan sızıyorsa da biraz zordayız demektir. Ancak posttan çok kan sızıyorsa iyice zordayız ve yardıma ihtiyacımız var anlamına gelir ki, o zaman kardeşlerimden on kişi, aslanları, kurtları, yemek yapıcı kadınları, şifacı kadınları ve alabildiğiniz kadar yiyeceği alıp yola çıksınlar. Burada bıraktığım atımı salıp takip ederlerse onları bulunduğumuz yere getirir.

Dedikten sonra savaşçılarıyla birlikte naralar atarak hep birlikte savaşacakları alana vardılar.

Giderlerken gürültülerini duyan ejderhalar da peşlerine takılmış ve hep birlikte savaş alanına girmişlerdi. Bu yüzden hiç ara vermeden derhal savaşa giriştiler.

Yedi sekiz başlı ejderhalar hızlı hareket edemediklerinden ötürü onlar gelinceye kadar diğerlerini doğrayıp atmışlardı. Nartların boyu o zamanlar yirmi evi üst üste koysan geçecek kadardı. Sasrıqua savaşlara katılıncaya kadar anneleri savaşta liderlik yapmakta, kadınlar da savaşmaktaydılar. O zamanki köpekler ve kurtlar şimdiki atlar kadar, aslanlar ise bugünkü develer kadardı. Atlar ve mandalar da bugünkülerin 15 katı büyüklükteydiler. Ejderhalara gelince, onlar 200-250 metre boyundaydılar. İnsanlar ise sekizyüz-bin sene yaşamaktaydılar.

Sasrıqua savaşa başlamadan önce, kurtlar ve köpekler başta olmak üzere ne söylediyse hepsini eksiksiz yerine getirdiler. Sasrıqua yemek yapan kadınlarla, yaralıları tedavi eden şifacıları biraz uzakta bulunduruyordu. Önce onların bulunduğu yeri tertemiz bir hale getirmiş, daha sonra da başlarına koruma ve haberci bırakarak ikinci büyük savaşı başlatmak üzere savaş alanına dönmüştü. On gün on gece yemeden içmeden savaştılar, uçsuz bucaksız sazlık ve kızılağaçlıktaki mandalar kendisine çok faydalı oldu, Sasrıqua daha sonra kardeşlerine ne yapmaları gerektiğini söyleyerek bir hafta daha savaştı. Artık hiç ara vermeden önlerine geleni doğruyorlar sadece yemek yemeye gidip geliyorlardı o kadar... Sasrıqua en çok da geceleri savaşın dozunu arttıryordu, çünkü ejderhalar geceleyin daha uyuşuk ve güçsüz olurlardı.

Savaşın gidişatını gören, Sasrıqua’nın daha önce konuştuğu orada yaşayan insanlar ve devler de Sasrıqua’nın savaşçılarına katılınca sayıları oldukça artmıştı.

Böylece bir kaç ay savaşınca, bölgeyi tamamen ejderhalardan temizlediler. Son kalanları da ormanlık bölgeye çekerek orada yok etmişlerdi. Çünkü ejderhalar ormanlık bölgede rahat hareket edemiyorlar ve kuyruklarını sallayamıyorlardı, kuyruğunu sallayamayan ejderhanın da hiç bir gücü kalmadığından saldıramıyordu.

Sasrıqua ilk savaşı çok az kayıpla kazandı. Ama bu arada dünyadaki tüm ejderhalar haberleşmişler ve sağda solda ne kadar ejderha varsa intikam almak için yolara düşmüşlerdi.

Sasrıqua’nın gözcüleri gelerek “Dünya’nın dört bir yanından sekiz -on başlı ejderhalar ateşler saçarak kudurmuş bir halde öldürdüklerimizin kan kokusunu izleyerek bize doğru gelmekteler. Ne yapılması gerekiyorsa artık sen düşün!” diye haber verdiler.

Sasrıqua, hemen güvendiği üç kardeşini çağırarak keşif yapmak için üç ayrı yöne gönderdi, kendisi de diğer yöne gitti. Tam dokuz gün sonra geri döndüklerinde Sasrıqua oldukça düşünceliydi, çünkü ejderhalar bu kez çok daha güçlü ve azgın bir şekilde gelmekteydiler.

Sasrıqua derhal savaşçılarını, yemek yapıcılarını, şifacılarını, devleri ve aralarına yeni katılan insanları bir araya getirerek silahlandırdı. Aslanları, kurtları ve köpekleri ile de birlikte çelikten bir zırh gibi olmuşlardı. Sonra Sasrıqua hepsine seslendi:

- Bu günden itibaren savaşımız eskisi gibi olmayacak, ejderhalar güçlerini dört kat daha arttırarak üstümüze geliyorlar. Göreyim sizi! Hepiniz ne yapmanız gerektiğini zaten biliyorsunuz. Bu savaşı da kazanarak Dünya’yı insanlığa geri döndüreceğiz. Ejderhaları daha alana gelmeden karşılayıp ormanlık bölgeye çekelim ve geceleri savaşalım. Diyerek kardeşlerinden üçünün sazlık ve kızılağaçlık bölgedeki binlerce hayvanı bu tarafa sürmelerini istedi. Çünkü onları ejderhalara yem olarak veriyormuş gibi yapıp güçlerini bölmek ve zaafa uğratmak istiyordu. Ejderhaların gelmesiyle yer gök adeta sarsılmaya başladı, ama Sasrıqua uçan atının üzerinde öyle bir savaş çıkarıyordu ki kardeşleri de, diğer görenler de, şaşkınlık içerisindeydiler.

Önce Sasrıqua’nın atı uçarak ejderhanın yüzüne bir tekme atıp sersemletiyor, daha sonra kendisi de bir kılıç darbesiyle ot biçer gibi kellelerini koparıyordu, yere düşen parçalar da anında aslanlara, kurtlara ve köpeklere yem olmaktaydı. Sasrıqua’nın diğer kardeşleri de kendisi gibi yapıyorlar, diğer savaşçılar da görevlerini eksiksiz yerine getiriyorlardı. Hele artık ejderha korkusundan canı burnuna gelmiş bulunan insanlar ve devler böylesi bir fırsatı bulmuşken kaçırmak istemiyorlar, güçlerinin çok üstünde mücadele ediyorlardı. Bu arada, ejderhaların üzerine saldıkları hayvanlar da çok yaman savaşıyorlar öyle kolay lokma olmak istemiyorlardı. Sasrıqua, ejderhaların hayvanları yeme telaşını iyi değerlendirdi ve ejderhaları ifteri otu gibi doğrayıp attı. Dünya ejderha feryatlarıyla inlemekte olduğundan duyan hayvanlar koşarak Sasrıqua’ya yardıma geliyor, belki ejderhalara kendimizi yem edersek Sasrıqua bu arada hem Dünya’yı hem de soyumuzu kurtarır diye fedakârca bekleşiyorlardı. Sasrıqua onlara da “gündüz kendinizi ejderhalardan uzak tutun, gece onların güçlerinin zayıf olduğu anlarda saldıracağız” diyerek ormana sürdü. Orman içinde savaşa savaşa ejderhaların canına okuyarak tam üç ay geçirdiler, dağ gibi ejderha cesetleri ortalığı doldurmuş, Sarıqua’nın savaşçıları da oldukça yorulmuşlardı. Eğer hayvanlar kendilerini ejderhalara yem edip onların hızlarını kesmeseler çok daha önceleri güçleri azalacaktı, ama mandalar, dombaylar ve atlar kendilerini feda ederek çok yardımcı oldular.

Yemek yapıcılar da çok zahmet görüyorlardı, hele şifacılar, dur durak bilmeden yaralıları tedavi etmekteydiler. Ancak sağdan soldan yeni ejderha saldırıları baş gösterince hepsi büyük bir tehlike altında kaldılar. Sasrıqua, kardeşlerini toparlayarak yanlarına da yeterli miktarda savaşçı katıp dört bir yana gönderirken “Heey kardeşlerim! Gün bu gündür’” diye nara attığında adeta yer gök sarsıldı.

Kardeşler dört bir yanda kahramanca çarpışırken ağaç tepelerinden inen insanlar da hızla yardıma geldiler, hayvanlar ise kendilerini yem etmekte yarışıyorlardı ama ejderhaların sonunun geleceği yoktu, akın akın geliyorlardı, sonunda savaşçılardan yemek yapıcılara kadar herkes yoruldu, güçleri kesildi. Yiyecekleri de oldukça azalmıştı.

O sırada Sasrıqua’nın annesine bıraktığı at huysuzlanmaya posttan da kan sızmaya başlamıştı. Durumu gören annesi durumu anladı ve Kafkasya’da kim var kim yok, kadın erkek toparladı. Bu arada diğer oğullarını da “haydi evlatlarım haber gedi!” diyerek ayaklandırmıştı.

Oğullarından on kişi, Kafkasya’yı korumak için gerekli kuvveti geride bırakarak, yanlarına yüzer insan ve yüzer dev aldılar. Annelerinin ardında ise bütün kadınlar toplanmışlardı. Hepsi savaş kıyafetleriyle donanmışlar yiyeceklerine varıncaya kadar her şeyi almışlardı. Sonra Sasrıqua’nın bıraktığı atı salıp peşine düştüler.

Sasrıqua’nın atı Tanrısal olduğu için gideceği yeri ve yönü biliyordu ama ona yetişmek ne mümkün!... O, üstündeki yüklerle birlikte büyük bir hızla önlerindeydi, sadece giderken toprağı kazarcasına gittiğinden geride bıraktığı izleri sayesinde yolu bulabiliyorlardı.

Sasrıqua’nın atı savaş meydanına geldiği gibi sahibini sırtına aldı ve tozu dumana katarak savaşmaya başladı. Böylece annesi ve kardeşlerinin de yolda olduklarını öğrenmiş, gücü kuvveti yerine gelmişti. Ancak atının bir günde geldiği yolu diğerleri bir hafta da geleceğinden daha beklemesi gerekiyordu. Savaşta hayvanlar ejderhalara yem edilmişlerdi ya, işte bu yüzden mandalar insanlığa hala dargındırlar. Bu gün bile ucu iğneli bir sopayı batırmadan onun için yürümezler. İyice kızıp gözü karardığında ise saldırdığı insanı öldürmeden bırakmaması da taa o günden kalmadır. O zamanlar at, eşek ve katır hep aynı boyda idiler. Ancak Sasrıqua savaşçılarına uyup bataklıktan çıkmayan katırlara ve eşeklere beddua da bulundu. Katıra, “soyun kurusun, bütün zahmetli işler sırtına kalsın!” derken, savaştan kaçıp giden atgillerden olan eşeğe de “saklanmayı bilemeyesin, sırtından yük eksik olmasın, küçük büyük herkes kolaylıkla sana semer vursun! Dünya durdukça hizmetçi kalasın, hiç bir değerin olmasın” diye beddua etti.

O zaman aslanlar, kurtlar ve köpekler ejderhalara karşı birlikte savaştıklarından dosttular, bu yüzden bu günde onlar insanı görünce diğer hayvanlara saldırdıkları gibi saldıracaklarına korkup uzaklaşırlar.

Sasrıqua savaştan kaçan insanlara da “insan soyundan olduğunuzu bilin ama insan olamayın! Ağaç dallarından başka yeriniz yurdunuz olmasın!” diye beddua edince onlar da maymun haline geldiler ve öyle kaldılar. Ayı’da gözcülük yapacağına üşengeçlik edip savaşmak yerine gidip kuytu bir yerde uyumayı seçtiği için Sasrıqua’nın beddualarından pay almaktan kurtulamadı, Sasrıqua ona da “seni tembel, insanlara yararlı olduğu için yağın eksik olmasın, ağaç kovuğundan başka mesken bulamayasın, savaşta bizden esirgediğin pençelerini yalamaktan başka rızkın olmasın” diye beddua etti. Sasrıqua’nın duaları gibi bedduaları da pek çoktur.

Sasrıqua’nın savaşçıları Dünya’nın her köşesinden gelen ejderhalarla dört ayrı yönde savaşıyorlardı. Bu arada yemek yapıcılar durmaksızın yemek yapıyorlar, yetişemeyince sazlıktaki hayvanlardan et pişirip savaşçıları doyurmaya çalışmaktaydılar. Savaşçıların ise dönüp arkaya bakmaya bile zamanları yoktu.

İşte böyle savaşıyorlardı. Sasrıqua ve atı, tozu dumana katarak savaşırlarken annesi ve Kafkasya’dan yardıma gelenler de yanı başına dikiliverdiler. Hızla ejderhaları arkadan kuşatarak savaşa başlamışlardı, Sasrıqua’nın annesi savaş naraları atarak yanındakilerle birlikte oğlu ile arasındaki bir günlük mesafede bulunan bütün ejderhaları doğrayıp geçti. Daha önceden yemek yapıcıları ve şifacıları oğlunun yardımına göndermişti, karşılıklı gelip “ nasılsınız evlatlarım durumunuz nedir?” diye sorduğunda “şimdilik kaybımız yok anne, ama çok yaralımız var, savaşı yeni öğrenen insanlardan yüzden fazla ölümüz var, ama onları düşmana yem etmedik. Onlara mezar yapmamız gerekiyor” dedi. Ve “aman anne biz kardeşlerimle buna zaman bulamayız, siz savaşı bırakın” diyerek dinlenik olan kardeşleriyle birlikte düşmana öyle bir saldırdılar ki ortalık kıyamet yerine döndü, öylesine çok ejderha vardı ki artık öldürmekten bıkkınlık gelmişti. Ama Sasrıqua iki atıyla birlikte “Heeyt kardeşlerim! Gün bu gündür!” diye naralar atarak öyle bir savaşıyordu ki sormayın...

Kışta yaklaştığı için ejderhalar iyice güçten düşmüşlerdi. Sarıqua bir de ormana sokarak hareket kabiliyetlerini azalttığı için daha rahat yok ediliyorlardı, yarısı savaşırken diğer yarıları dinlenerek tam üç ay daha ejderhaları doğradılar. Artık sayıları hayli azalmıştı.

Sonra durumlarını bir gözden geçirdiler, savaşmayı yeni öğrenenlerden yine yüz kişi kadar kayıp vardı. Ayrıca çok sayıda aslan, kurt ve köpek de ölmüştü. Yaralıların da sayısı çoktu ama şifacı kadınlar hepsini ayağa dikmişlerdi. Sasrıqua’nın o zaman dua ettiği şifalı otlar bugün hala kullanılmakta, o gün dua ettiği hekimler günümüzde de herkesten büyük saygı görmekteler. Sasrıqua ölülerin yakınlarına da ağlama izni verdi ve ölüye ağlama geleneği de işte o günlerden kaldı.

Sasrıqua sonra ölülere lahitler yaptı, çünkü toprağa verilen ölüleri daha sonra çıkarıp yerler diye endişesi vardı. bu yüzden devlere büyük yassı kayalar getirtip onlardan oda gibi büyük mezarlar yaptı ve girişlerini sağlam iplerle bağladı. Ölüleri mezarlara kotduktan sonra ölü yemeği yaptırdı ama o zaman fazla bir yemek çeşidi olmadığından et yemeği yaptılar, o yüzden Abhazlar bu gün de sofralarından et yemeğini eksik etmezler.

Sasrıqua’yı bu savaşta gizlice gözyaşı dökerken görenler olmuş. O zamana kadar Nartların yüz erkek bir de kız kardeşleri derlerken, bu savaştan sonra Nartların doksandokuz kardeşi ve bir de kız kardeşleri demeye başladılar, Sasrıqua savaş sırasında Abhazya’ya gelip döndükten sonra bir daha yüzünün güldüğünü gören olmadı. (kardeşlerinden biri mi ölmüştü acaba? Ç.n.) Sonra Nartların annesi baştan aşağı matem elbiselerine büründü, nedenini soranlara ise “artık yüzüm gülsün istemiyorum” diyordu. Matem elbisesi geleneği de Nartların annelerinden gelmektedir.

Kısa bir süre dinlendikten sonra Sasrıqua annesini ve beraberinde gelen savaşçıları Abhazya’ya geri gönderdi ve kendisi kalanlarla savaşı sürdürdü. Bir ara oralıları etrafına toplayarak:

- Ailelerinizi artık ağaçlardan indirin onlara mağara evler yapacağız. Dedi ve insanları aşağı indirip, evlerini de yapıp yerleştirdikten sonra onlara bir de savaşmayı öğretti. Daha sonra da ejderha leşlerinin kokusunu duyamayacakları iki günlük mesafeye geçerek o bölgede savaşmaya devam ettiler. Sasrıqua insanları grup grup dinlendirerek savaştırıyor, bazen kendisi de savaşa katılıyordu.

Ancak ejderhaların sayısı azaldığı ve mevsimde kış olduğu için artık pek zorlanmıyorlardı.

Yakın bölgede ejderha kalmadı denecek kadar ortalığı temizlemişlerdi. Fakat baharla birlikte, Dünya ejderhalarla doluverdi. Onların da bir dili yok muydu? Aralarında haberleşip eskisi kadar olmasalar da yine yollara koyulmuşlardı. Ama Sasrıqua’nın savaşçıları eskisine oranla on kat daha güçlüydüler, aslanları, kurtları ve köpekleri bile daha ejderhalar yoldayken karşılayıp savaşa başlamışlardı.

Kardeşlerinin gücünü anlatmaya zaten gerek yok...

Dediklerine göre Sasrıqua tam 7 yıl savaşıp ejderhaların kökünü kurutacak hale getirdi. Artık ejderhalar herkesten kaçan bir av durumuna düşmüşlerdi. Böyle olunca Sasrıqua da savaşçılarını toplayarak “şimdi hep beraber oldukları yerlere gidip kalanları da yok edeceğiz” diyerek aslanlarını, kurtlarını ve köpeklerini kanatlandırıp yola çıktı. Sasrıqua’nın onları yanında götürmesinin bir nedeni vardı, çünkü bu 7-8 başlı ejderhaların kafaları kesildiğinde hemen yerden kaldırıp kesilen yere koysalar, kanları zehirli olduğundan kesikleri anında yapışıp iyileşiyorlardı.

Ama aslanlar, kurtlar ve köpekler kesilen parçayı daha yere düşmeden parçaladıkları için artık yerine yapışmadığından iyileşmiyordu, Sasrıqua onları zaten bu iş için özel olarak yetiştirmişti. Bu işte uçan hayvanlar da Sasrıqua’ya çok yardımcı oluyorlardı, ancak kargalar bu kadarıyla da yetinmeyip leş de yemeğe başlayınca

Sasrıqua onlara “yüzyıllar geçse de gaganızdan leş eksik olmasın, kanatlılar arasında itibarınız kalmasın, sizi gören göz düşmanınız olsun!” diye beddua etti.

Sasrıqua, atları Tanrıdan ayakları nallı şekilde alınca Dünya’nın en sonunda insanlara kalacağına hükmetmişti atlarda insan kanı olduğu düşüncesi de ta o zamanlardan kalmadır.

Sasrıqua iyice büyüyünce “savaş biz erkeklerin işidir” diyerek kadınların savaşmasına rıza göstermedi.

Sasrıqua devlerden çok yararlandı ve onlarla hep işbirliği yaptı, ama her nedense devler bir türlü çoğalamadılar çünkü eskiden ejderhalarla olan savaşlarda dişi devler yavrularını korumak için hep kendilerini ejderhalara yem ettikleri için dişilerin sayısı oldukça azaldı ve zamanla devlerin soyu yok olup gitti.

Sasrıqua savaştayken yaralıları şifalı otlarla tedavi eden yaşlı kadınların dualarını da kutsadı. Bu yüzden yaşlı Abhaz kadınların duaları her zaman yaralara şifa olmuştur. Yaşlı kadınların otları ve duaları bu gün de Tanrı’nın izniyle dertlilere deva olmaya devam ediyor.

Sasrıqua savaşın şiddeti azalınca kardeşlerini, devleri ve insanları toplayıp onlara savaş aletleri yapmayı öğretti, birçoğunu da şifacıların yanında eğiterek onların sayılarını arttırmaya çalıştı. Böylece bir yandan savaşırken diğer yandan da ilerisi için gerekli hazırlıklar yapılıyordu.

Sonunda kardeşlerini toplayıp 40 ayrı grup yaparak düşüncesini onlara söyledi:

- Ejderhalar Dünya’yı kaç kez ele geçirip diğer canlıları yok olma safhasına getirdiler. Bu kez de bir daha öyle olmaması için dört bir yana dağılıp Dünya’yı ejderhalardan tamamen temizlemeliyiz.

Sonra beş grubu yanına alarak doğuya doğru hareket ederken diğer gruplara:

- Gittiğiniz yerlerde hemen köyler oluşturun, herhangi bir tehlike anında biri birinize danışıp yardımlaşın. Diye öğüt verdi. Bu arada ağaçlardan inen insanlar “Büyük Tanrı Sasrıqua!” diye etrafında sevinç naraları atmaktaydılar. Sasrıqua kardeşlerine bir kez daha seslendi:

- Kardeşlerim! Gittiğiniz yerlerde işiniz bittiğinde arkanızda Abhazya’yı ve Kafkasya’yı bıraktığınızı unutmayın!

Sonra aslanları, kurtları, köpekleri, yemek yapıcıları, şifacıları ve silah ustalarını aralarında eşit olarak paylaşıp yola koyuldular. Sevinç zamanı sevinç, iş zamanı iş, yol zamanı ise yola çıkmak gerekiyordu.

Sasrıqua “ben beş grubu alıp doğuya gidiyorum sizlerde şuraya, şuraya...” diyerek gidecekleri yönleri belirledi. Her grubun başına da ikişer kardeşini geçirdikten sonra yola çıktılar.

Gittikleri yerlerde insanların da desteğiyle Dünya’yı ejderhalardan tertemiz bir hale getirdiler. Ancak bunun kaç yıl aldığını kimse bilemiyor.

Sasrıqua 18 kardeşiyle annesini daha baştan Abhazya’ya göndermişti. 80 kardeşi ise Dünya’nın çeşitli yerlerine gitmişlerdi. Sasrıqua herkesten önce Abhazya’ya döndü. O döndükten uzun zaman sonra kardeşleri de birer ikişer dönmeye başladılar.

Zamanla Sasrıqua’nın annesi ve kardeşleri yaşamlarını yitirdiler. Sasrıqua onlara büyük bir mezar yaptı.

İşte böylece Sasrıqua, kardeşlerinin ve diğerlerinin yardımlarıyla, ama en çok da cesareti ve zekâsıyla Dünya’yı kurtarıp insanlara emanet etti, kendisi de Abhazya’yı yurt edindi. O dönemler Sasrıqua Dünya’nın peygamberi durumundaydı.

Sasrıqua’nın kardeşlerinin mezarlarının Abhazya’da olduğunu söylemiştik,

Sasrıqua ise ölümsüz olduğundan göğe uçtu günün birinde insanlığın başına bir felaket gelse yeryüzüne yardıma iniverir, ayrıca Abazalar günümüzde de dara düşünce ellerini açıp dua ettiklerinde duaları mutlaka kabul olur. Böylelikle Sasrıqua’nın gücünün hala yerinde olduğu da anlaşılır.

Nartlar Dünya’nın neresinde bir sıkıntı varsa koşup yardıma gittiler ama sonunda Abhazya’ya geri döndüler. İyice düşündüğümüzde Abhazya’nın onların anayurdu olduğunu, Abhaz’ların da Nart’ların soyundan geldiğini görürsünüz.

Sasrıqua aynı anda belki de on ayrı yerde olabilirdi. Onun dua ettiği ıhlamur ağacı bu gün de insanlara şifa olmaya devam ediyor. Ihlamurun kabuğunu soyarak çok sağlam urganlar elde edip bunlarla büyük kütükleri biri birilerine bağlayarak deniz de savaşanlar için sal yapardı. Ihlamur kabuğundan yapılan bu urgan asla çürümez.

Sasrıqua, daha savaşa başlamadan önce sonucunu bilirdi.

Söylediklerine göre Sasrıqua büyük savaşa başlamadan önce batıya giderek en uzak köşedeki yanan dağda ateşin içinde eriyen taşları görünce ateşin değerini anladı ve ondan yararlanmak için insanlığa getirdi. Daha sonra başkaları da kendi toplumlarına ateşi getirdiyseler de hepsi Sasrıqua’nın ateşinden alınmadır.

 

Dünya’ya ateşi kazandıran Sasrıqua’dır.

Bu yazı 6387 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI