içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

HALKIMLA GURUR DUYUYORUM.

 

 

HALKIMLA GURUR DUYUYORUM.

Sevgili Oktay Chkotua sosyal medya hesabından paylaştığı toplumumuzun dışında bilenmeyen bir yönümüzü anlatan nefis bir anı. Anlatan Beslan Kobahkiya, aktaran Aslan Kobahkiya, Türkiye’de bizim işitmemizi sağlayan Oktay Chkotua. Hepinizden Allah Razı olsun.

 

Özen Atsanba

 

Miha Lakırba’nın “Alamıs” adlı eserindeki ilginç hikâyeleri hepiniz bilirsiniz değerli dostlar... Özellikle de “Asas” adı verilen ve oğlunu öldüren kişiyi (sadece misafir olduğu için) evinde saklayıp, daha sonra da kaçmasına yardım eden ihtiyarı hepiniz hatırlıyorsunuzdur.

Ancak buna benzer bir olayın yakın zaman önce de yaşanmış olabileceğini hiç düşündünüz mü?

Ne yalan söyleyeyim ben düşünmemiştim. Ama geçenlerde Bedi Aycan abi’nin orada Aslan Kobakhiya ile sohbet ederken duyduklarım beni şaşkınlığa düşürdü ve tabi ki insanlarımızla da bir kez daha gurur duydum...

Hikâyeyi Aslan’a anlatan Beslan Kobahkiya’yı savaş öncesi dönemden beri, yani uzun yıllardır tanıyordum. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Valeryan Kobakhiya’nın oğlu, iyi yetişmiş donanımlı bir bürokrat ve gerçek bir yurtsever. Savaş süresince esir değişimlerini yapan ve sivilleri çatışma bölgelerinden tahliye eden komisyonun başkanı olarak da olağanüstü işlere imza atan bir kişi...

Hemen kendisini arayıp olayın ayrıntılarını rica ettik, o da hiç zaman kaybetmeden yıllar önce almış olduğu notları gönderdi.

Şimdi gelelim olayın kendisine, dilerseniz bundan sonrasını Beslan Kobahkiya’ın anlatımıyla dinleyelim:

“Kısa süreliğine ateşkes sağlanan bir dönemdi, böylesi zamanlarda üzerimizde müthiş baskı olur, olağanüstü gerilirdik. Zaman kısıtlı olduğu için, karşılıklı olarak tahliyeleri gerçekleştirecek heyetler gönderilmesi konusunda anlaştık ve bizim adımıza Rezo Zantarya ile Cumik Smır’ı başkent Sohum’a gönderdik. Karşı taraftan da iki kişi gelmesi bekleniyordu. Hemen kalacakları yerleri ayarlayıp kendilerini beklemeye koyuldum. Ancak iki kişi yerine üç kişi gelmişlerdi. Gecenin bir vakti üçüncü kişiyi misafir edebileceğimiz yer bulmakta ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmıştım. Zira kalınabilecek her yer zaten savaşçılarla dolu, evler ise savaş bölgesinden tahliye edilenlerle tıka basa durumdaydı. Ayrıca böyle bir ortamda düşman delegasyonun üyesinin rastgele bir yerde misafir edilmesi de düşünülemezdi...

Tam bu sırada Cuma Dgebiya çıkageldi, kendisi aynı zamanda komisyonumuzun da üyesiydi ve Gudauta’daki evinde tek başına kalıyordu. Durumu öğrenince misafiri evine almak istedi, ama bunu asla kabul edemezdim, zira iki ay kadar önce anne ve babası Sohum’da Gürcü muhafızlar tarafından hunharca katledilmişlerdi. Cuma’nın anne ve babası Tali ile Şota, Sohum’da çok sevilen, sayılan insanlardı. Hayli yaşlı olduklarından evlerini terk edememişler ve işgal altındaki başkentte yaşamaya mecbur kalmışlardı. İşte hiç bir günahı olmayan bu masum insanlar, evlerini basan işgalci haydutlar tarafından acımasızca kurşuna dizilmişlerdi. Cuma o zaman anne ve babasının cenazelerini almayı başaramamış ve neredeyse çılgına dönmüştü. Neyse ki Amcası Natbey Dgebiya bir şekilde ulaşıp cenazeleri orada defnetmeyi başarabilmişti. Şimdi bu Cuma, Gürcü delegasyonundan birini evinde misafir etmek istiyordu...

Aklıma gelenleri okumuşçasına “Neler düşünüyorsun sen Allah aşkına? Abhazım ben, daha ötesi var mı? Bu insan da misafirim, konu kapanmıştır!” diyerek delegasyon üyesini alıp evine götürdü.

Cuma üç gün boyunca nesi var nesi yok bölüşerek misafiri evinde ağırladı ve en ufak bir memnuniyetsizlik bile hissettirmedi. Ancak üçüncü ve son gün, misafir kimden duyduysa duymuş, Cuma’nın başına gelenlerden haberdar olmuştu. Bu yüzden eve geldiğinde daha fazla dayanamayıp gözyaşları içerisinde diz çökerek halkı adına kendisinden özür diledi. Misafir delege inanamıyordu, “Böylesine yüce bir davranış karşısında söyleyebilecek tek söz, canım da kanım da sana helal olsundur! Üç gün boyunca benimle ilgilenip hiç bir şey hissettirmemek için olağanüstü bir insan kalbine sahip olman gerekir” diye gözyaşı döküyordu...

Cuma sessizce misafirini kaldırıp kucakladı, özrünü ve taziyesini kabul etti. Ardından da yaşadığı trajedi ile ilgili tek bir kelime bile etmeden, sanki hiçbir şey olmamış gibi, misafirini geri yolcu etti...”

 

İşte böyle dostlar...

 

Savaşın o vahşi yüzünün neden olduğu felaketler, tarifsiz acılar ve trajedilerin yansıra böylesine insanlık dersi alınan yönleri de var...

 

Keşke savaşlar hiç yaşanmasa...

 

Ama yaşandığında ise, olayların “insani” tarafında yer almak, ne kadar güzel ve ne kadar gurur verici...

 

Hikâyeyi bizlerle paylaşan Beslan Kobahkiya ( Беслан Кобахия) dostumuza çok teşekkür ederim...

Bu yazı 9238 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI