içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Mektup.

Mektup.

"O, dad, Föarah, Anavatanımızdan ayrıldığımız gibi, sapasağlam bu kıyıya gelebildiğimizi sanma. Gemilere binip Karadeniz’e açıldığımız günden itibaren, bitmeye başlamıştık zaten!"

 

(Bagrat Şınkuba, Bitmeye Başlamak, Tarihsel Roman, Abhazca, Alaşara Yayınları,1979,s.126)

 

Büyük Abhaz yazar Bagrat Şınkuba'nın "Son Wubıh"adıyla Türkçeye çevrilmiş olan ve Wubıhların sürgün öyküsünün anlatıldığı tarihsel romanında, romanın başkahramanı Zawurkan Zolak'ın yaşam öyküsünü not alan Kozba Föarah'a asimilasyonun başlangıcı ile ilgili olarak yaptığı tespitin ifadesidir yukarıdaki sözcükler.

 

Bugün, Wubıhca'nın yok olduğunu, dili yok olan bir toplumun yaşamasının mümkün olmadığını normal zekâya sahip herkes bilmektedir. Bilmektedir ya, bilmek yetmemektedir.

 

Bugün, Dünya başka bir Dünyadır.1864 yılındaki dünya olmadığını herkes bilmektedir. Bilmektedir ya, bilmek yetmemektedir.

 

Bu bilinen ve bilinenin yetmediğinin örneklerini çoğaltmak mümkündür. Aslolan ne yapmak gerektiğinin bilinmesidir. En net ve ortada olan gerçek yukarıdaki sözcüklerde de ifadesini bulan asimilasyon sürecinin yok olmaya yakın bölümüne yaklaştığımızdır.Bugün Abhaz dilini bilen, konuşabilen, anlayabilen insanların yaş ortalaması 50'ler civarıdır. Yaşadığımız ülkedeki ortalama insan ömrünü göz önüne aldığımızda dilimizin de ne kadar ömrü kaldığını hesaplamak, görmek için matematik dehası olmaya gerek yoktur.

 

Unutmayalım ki; bugün yana yakıla adlarını andığımız, yere göğe sığdıramadığımız, adlarına mirasçı olabilmek için gönüllü olduğumuz Wubıh kardeşlerimiz, zamanın acımasız akışına yenik düştüler. Tüm diğer yok olmuş toplumlar gibi. Şimdi bizim yaptığımız ah-vah edebiyatından başka bir şey değil maalesef.

 

 Bu davranış bozukluğu ve yaklaşımlar içerisinde olduğumuz sürece yok oluş sürecimizi daha da hızlandıracağımız gayet açık. Başlangıçta yer alan ve Wubıh yaşlısı Zawurkan Zolak'ın ifade ettiği gibi sürgün başlangıcından itibaren başlayan bir asimilasyon sürecidir söz konusu olan. Bizim karar vermemiz gereken ise; bu sürece boyun eğip sessiz mi kalacağız, daha açık bir ifade ile "kaderimize" boyun mu eğeceğiz, yoksa bugünün şartlarını iyi okuyup, değerlendirip varlığımızın devamı için mücadele mi edeceğiz? Aslında bu söylediklerimden sanki bir yol ayırımında olduğumuz gibi bir sonuç çıkarılabilir, ancak maalesef yol ayırımında falan değiliz. Bizler yol ayırımı süreçlerini çoktan geçtik, zamanı çoktan harcadık, tükettik. Artık var olma veya yok olma zamanlarını yaşıyoruz. Davranış biçimimiz, davranış şeklimiz bu ayırt edici noktanın bir türlü farkında olamadığımızı gösteriyor ne yazık ki. Fotoğrafa baktığımızda bunun bile ayırdında olmadığımızı görmek üzüntü verici. Üzüntü verici bir başka mesele de "üzülmeye" alıştığımızı görmek.

 

Sürgün edilmeye başlandığımızdan bu yana yapılamayan, yapılmayan "yapılması gerekenler" bugün içinden çıkılması oldukça zor bir sorunlar yumağı haline dönüşmüş, çözümü basit meseleler bile içinden çıkılamaz bir hale gelmiştir. Bunlara toplumsal yapımızdan kaynaklanan açmazları da eklediğimizde, çıkar yol olarak bir çoğumuzun tercih ettiği yol olan, kaçmak, mümkün olduğunca uzaklaşmak,uzak durmak eğilimi ağırlık kazanmaktadır.Bu kadar sorun yumağını çözebilmenin bireysel çıkışı "sorunlardan olabildiğince kaçmak" olmalıdır. Çünkü bu sorun yumağını çözmekte "İskender'in kılıcı" bile çaresiz kalabilir.

 

Oysa bunca yıldır ilk defa toplumumuz bir araya gelip örgütlenme, dayanışma, birlikte olma fırsatını yakaladı. Bu,"bugünün" bize sunduğu ve başlangıçta yer alan sözlerin ifade ettiği süreci tersine çevirme fırsatını sunan, değerli ve heba edilmemesi gereken zamanlar sürecidir. Bu, sürgün edildiğimiz günden bu yana elde ettiğimiz en önemli, en değerli zamanlar dilimidir. Bu, otuz yıl önce rüyalarımızda bile görsek anlam veremiyeceğimiz, bağımsız, özgür, değeri ölçülemeyecek bir Atavatana, Anavatana sahip olduğumuz zamanlar bölümüdür. Bu, Tanrının kendisine ayırdığı güzeller güzeli yurdu, kültür özelliği ve güzelliği sebebiyle bizlere armağan ettiğine pişman etmeme günüdür. Bu, demokratik kurumlarımıza, harcanan emeklere sahip çıkmamız, desteklememiz, el vermemiz, içinde yer almamız gereken zamanlardır. Bu, bizi ayıran birbirimizden uzaklaştıran dış etkenlerin değil, bizi birleştiren, ortak paydaları öne çıkarmamız, çoğaltmamız gereken zamanlardır.

 

Tarih ve geçmiş zaman bize göstermiştir ki; son pişmanlığın bize hiçbir faydası yoktur ve olmayacaktır."Son Abhaz"  olmamak adına, herkesi sağduyuya, sağlıklı düşünmeye davet ediyorum. Kimse yanlış anlamasın, bunu yaparken bir yere, bir şeye talip olduğumdan değil, tarihe tanıklık eden, asimilasyonu kabul etmeyen,"son Abhaz" olmayı hazmedemeyen bir Abhaz'ım sadece.

 

Saygı ve sevgilerimle.

Aşba Ramazan Cengiz Koç

Bursa,03.03.2013

Bu yazı 5685 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI