içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Bir Delikanlı Öldü…

Argun Özgür Arık

 

ÇARŞI içinde kalmış eski bir semtimiz var:

 

HASIRCILAR…

 

Yahyalar, Tığcılar ve Yenigün mahallerinin kesiştiği bu eski semtte, buram buram eski Adapazarı’nın kokusu duyulur…

 

Bana sorarsanız Hasırcılar’da dünün dünyasında kalmış üç insandan bakkalımız Yusuf semtin vicdanını, taksicimiz Kıvırcık Orhan semtin neşe kaynağını, kahvehanemizin sahibi Sarı Cengiz’de semtin adaletini temsil eder…

 

Bu üç güzelim insandan biri artık yok…

 

Zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor; Cengiz Büyü öleli dört gün olmuş… Geçen cumayı bir saat öncesi gibi anımsıyorum; Sarı Cengiz’i uğurlamaya gelenleri cami avlusu almamış, kalabalıklar üç yol ağzından sokak aralarına taşmıştı…

 

*** Cengiz Büyü, sevgili bir insandı…

 

Özgür ama ölçülü, sıcak ama mesafeli, orta yaşlı ama çocuksu bu adam, çevresiyle yaş baş duvarlarını yıkarak öylesine dostluklar kurardı ki, hayatın tadı Sarı Cengiz’in yaşantısında her an duyulurdu; kişiliği öylesine çarpıcıydı ki, yaptığı her iş gölgesinde kalırdı. İnsan canlısı bir kişiydi; yaşamı dostluklar, arkadaşlıklar, sofralar üzerine kuruluydu. Kalburüstü insanlardan oluşan bir çevresi vardı; ama, toplumun dışladığı, sakıncalı gördüğü, tehlikeli yaratıklar saydığı insanları da dışlamazdı… Delilerin, yoksulların, düşkünlerin, kader mahkumlarının babasıydı… Tek kişilik bir sosyal cemiyet kurumu gibi onların ihtiyacını gidermeye çalışırdı… Çoğu kişiye tuhaf gelen bu ilişkiye şaşıranları gördüğünde gülümseyerek derdi ki: -Onlar da insan değil mi? İnsanı rengine, inancına, toplumsal konumuna göre ayırmazdı; ayıranı ayıplardı…

 

Cengiz Büyü insan sıcağıydı…

 

*** Hendek Aktefek Köyü’nden bir yaşlı adam, cenaze günü alacalı bir anısını etrafındakilerle gülümseyerek paylaşıyor; kulak kesiliyorum: “ Cengiz’in çocukluğu atların sırtında geçti. Babası Bekir abinin atları vardı. Eskiden rahvan at geçerliydi. Çünkü rahvanın konforu vardı; koşarken her bir yandaki iki ayağını eşzamanlı olarak atan hayvan, binicisini hiç sarsmadan istediği yere götürür. Bekir abi atını rahvana göre eğitirdi; ama Cengiz’de atın yürüyüşünü bozardı; ne gem ne kırbaç, üzengisiz, eğersiz atın ensesine yapışır, baldırlarını karnına dolar, dörtnala sürerdi. Bir gün Bekir abinin “-Ulan deli, şimdi düşüp sakatlanacaksın” diye seslenerek bastonunu peşinden fırlattığını bir kez gördüm…

” Babası Bekir’in seslendiği gibi Sarı Cengiz gerçekten deliydi; ama ters anlaşılmasın, kafası değil kanı deliydi… Ezcümle gerçek bir delikanlıydı…

 

*** Yanardağların haykırışı delikanlıcadır. Yavaş yavaş oluşlar, sıçrama sınırına dayandıklarında, delikanlılığın coşkunluğu ister istemez gösterir kendini…

Cengiz Büyü’de öyle biriydi…

 

İnsanoğlunun kötülükleri sayıya gelir mi? Yalancılık onda, yüze gülüp arkadan konuşmak dersen o da onda, güçlünün elini öpüp, güçsüzün belini kırmak dersen o da onda…

İşte bu tür durumlarda, Cengiz Büyü, tanısın tanımasın ayağa kalkar, tok sesini yükselterek yanardağ gibi patlardı: Ayıptır!..Günahtır!...

 

***   Bu güzel adamın yorgun yüreği Perşembe günü saat 15.00 sıralarında su koyuvermişti; yürüyerek bir sağlık kuruluşuna gitti; saat 22.00’de kalbi durdu…  

 

Kutsal ramazan ayında, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan anlamlı gecede, yelesi yelde dalgalanan atına binip, dörtnala sonsuzluğa yürüdü…  

 

Delikanlının yatağa düşmesi can sıkıcıdır…

 

Dik yaşadı…  

 

Ayakta öldü...

 

Güle güle Cengiz Büyü…

Bu yazı 3268 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI